Felsefe tarihçileri, genellikle, Antik çağ felsefesini üç döneme ayırır.
MÖ 6. yüzyılla MÖ 5. yy arasında döneme ‘Sokrates öncesi” dönem denilir. Bu dönemde felsefe sahneye çıkmış ve ilk filozoflar daha çok doğayı, doğa yasalarını veya oluşumunu incelemişlerdi.
Mö 5. yy’la 4. yüzyılın ortaları arasındaki dönem klasik dönem diye isimlendirilir. Bu dönem felsefi tartışmaların doğa’dan uzaklaşıp insana odaklandığı bir dönemdir ve aslında bugün anladığımız anlamıyla batı felsefesinin çerçevesi bu dönemde çizilmiş, Sokrates, Platon, Aristoteles gibi büyük dehalar bu dönemde yaşamıştır.
Helenistik Dönem, MÖ 323'te Büyük İskender'in ölümünden sonra başlayıp, MÖ 31'de Roma İmparatorluğu'nun Mısır'ı fethetmesiyle sona eren tarihsel bir dönemdir. Bu dönemde Stoacılık, Epikürcülük ve Septisizm gibi felsefi akımlar gelişmişti.
Şimdi ben podcast serisinde Sokrates öncesi felsefeye kısa bir giriş yapacağım.
Bu serinin ilk bölümü ilk filozoflarla başlayacak.
Yani Milet’li filzoflar, Thales, Anaksimandros ve Anaksimenes.
Felsefenin ne zaman başladığı tartışmalarına ilişkin ilk tespitlerden birini Aristoteles yapmıştı. Ona göre ilk filozoflar MÖ 6. Yy’dolaylarında Miletos’ta yaşamış olan Thales ve onun ardından gelen Anaksimandros ve Anaksimenes isimli diğer Milet’li filozoflardı.
Zamanla bu görüş genel kabul gördü ve o günden bu yana felsefe tarihçilerinin ekseriyeti felsefeyi Thales’le başlattılar.
Doğa filozoflarının faaliyetleri, bilim tarihi için de önemli bir miladdı. Bilginin herhangi bir pratik amaç için değil, kendisi için elde edilmesi biçiminde tanımlanan bilim denen yeni bir şeyin ortaya çıkışı doğa filozoflarıyla başlamıştı.
Felsefe önce İonia şehirlerinde, ardından İtalya’nın güneyinde yer alan Yunan kolonilerinde ve en son Yunan yarımadasında, özellikle Atina’da her geçen yıl daha da derinleşerek yunan kültürünün temel unsurlarından biri haline geldi.
Mö 6. YY’da Milet, en zengin İonia şehir devletlerinden biriydi. Thales bu şehrin bir yurttaşıydı. Felsefe tarihinin ilk büyük sorusuna cevap aradı: “Evren nasıl oluştu?”
Ama bu soruyu sormayı akıl eden ilk insan o değildi.
Bu belki de en eski sorularımızdan birdir insanlık olarak. İlk atalarımız da o gece uyudukları mağaradan çıkıp gökyüzüne bakıp, bütün bunlar nasıl oldu diye sormuş olmalı.
Din bu sorulara cevap verme bakımından düşüncenin ilk hamlesi olmuştur. Din de sanat da kendilerine has tarzlarda evrenin nasıl oluştuğu problemini ele aldılar.
Bir kozmolojisi olmayan bir din yok gibidir.
Gerçekten Thales zamanında da Yunan dünyasında evrenin oluşumuna dair bir yanıt oluşmuştu.
Antik Yunan mitolojisinde evrenin oluşumu, Kozmogoni olarak adlandırılır ve genellikle Hesiodos’un Theogonia adlı eserinde anlatılır. Bu anlatıya göre, başlangıçta yalnızca Khaos (boşluk) vardı. Ardından sırasıyla Gaia yani Toprak Ana, Tartaros yani Yeraltı Dünyasının Derinlikleri ve Eros yani Aşk ve Yaratıcı Güç doğdu. Gaia’dan gökyüzü tanrısı Uranos ve deniz tanrısı Pontos ortaya çıktı.
Gaia ve Uranos’un birleşiminden ise Titanlar, devler ve diğer tanrılar doğdu. Böylece, evren ve düzenli kozmik yapı bu ilksel varlıklardan ve onların soyundan gelen tanrılarla birlikte gelişmeye başladı. Khaos'tan düzenli bir evrenin doğuşu, Antik Yunan mitolojisinin temel evren anlayışını oluşturur.
Dolayısıyla, Thales’in yaşadığı dönemde Yunan toplumunda evrenin oluşumana dair yaygın kabul gören bir anlatı bir dini bilgi olarak zaten vardı.
Fakat Thales bu anlatıyla yetinmedi. Bunun yerine evrenin oluşumuna ilişkin araştırmalarını bir mitolojiye dayandırmadan, daha çok, MÖ 6. yy dolaylarında yaşayan bir insana göre olabildiğince rasyonel tarzda yaklaştı. Doğaya dair sorduğu sorulara doğal fenomenlere dayanarak yanıtlamaya çalıştı.
Thales, var olan her şeyin temeli olacak olan tek bir şey, tek bir madde, diğer her şeyin kendisinden türediği bir ilk maddenin olması gerektiğini ileri sürdü.
Bu fikir bilim tarihinin en önemli adımlarından biriydi ve son derece şaşırtıcıydı. Ve doğruydu. Bugün, bir ilk maddeden, bu ilk maddenin büyük patlamasından ve ardından bütün bir evrenin bu patlamanın ardından maddenin geçirdiği dönüşümlerden türediğini biliyoruz.
Thales ilk maddenin, yani arkhe’nin su olduğunu düşündü. Ne zaman yağmur yağsa topraktan bitkiler çıkıyordu; demek ki bitkiler de suyun bir başka biçimi olmalıydı. Bütün canlı şeylerin, yaşamayı sürdürmek için muazzam miktarda ve devamlı su alması gerekiyordu.
Bu büyük adam, 90 yaşında ölmüş. Heykelinin üzerinde şöyle yazıyormuş:
“Miletos ve İonia topraklarının gururu, en bilge gökbilimci, Thales, burada yükseliyor.”
Mezartaşında da şöyle yazıyormuş:
Bilgeler bilgesi Thales'in mezarı bu: Kendisi küçük ama şanı göklere çıkıyor.
Anaksimandros MÖ 610-546 yılları arasında yaşadı. O da Miletliydi. Astronominin kurucusu, fizik ve doğa bilimcisi ANAKSİMANDROS, her şeyin kaynağını belirli bir maddeye bağlamayıp sonsuzluk ve sınırsızlıktan söz eder.
Belirli özellikleri olan bir varlığın hiçbir şeyin özü olamayacağını anlatır. ‘Sonsuz bir birlikten söz ediliyorsa çokluk niye var?” ve ‘Neden durmadan yineleme var?’ gibi sorulara cevap arar.
Anaksimandros Thales’in öğrencisiydi. “Doğa Üzerine” adlı bir kitabı olduğu söyleniyor. Belki de yazılmış ilk felsefe kitabı bile olabilir.
Fakat Thales’in öğrencisi olması, hocasının kuramına itiraz etmesine engel olmadı.
Bu felsefenin doğasında olan bir şeydir.
Bir filozof bir problemin çözümüne ilişkin bir teori geliştirir. Felsefi teoriler ancak tartışılmaya başlandıklarında tamamlanabilecektir ve tartışma ile birlikte kimi zaman yeni problemler açığa çıkar: Dolayısıyla şimdi bu yeni problemin çözümü için yeni bir tartışmaya ihtiyaç olacaktır.
Felsefe tarihi bu şekilde oluşur. Bütün bir felsefe tarihi sanki kültürümüzün en zeki insanlarının bir araya gelip olan biten ne varsa herşeyi anlamak için heyecanla tartıştıkları paneli andırır. Anaksimandros da hocasının kuramına, bu kuramın, evrendeki çokluğu yeterince açıklayamadığı noktasında itiraz eder.
Eğer ilk madde suysa, nasıl oluyordu da su gibi belirli bir maddeden diğer maddeler türeyebilmişti. Su nasıl oluyordu da örneğin demire dönüşebiliyordu. Anaksimandros, hocasının kuramından doğan bu problemi aperion kavramıyla aşmaya çalıştı. (Aperion Yunanca bir sözcüktür ve sonsuz veya belirsiz gibi anlamlara gelir.)
Aristoteles Anaksimandros’un ‘aperion’u hakkında şöyle yazar: “Sonsuz her şeyi içerir ve her şeyi yönetir; aslında ölümsüzdür ve yok edilemez. Belirli özellikleri olan bir varlık hiçbir şeyin özü olamazdı Anaksimandros’a göre. Sonsuzluk hayatın başlangıcıydı, aynı zamanda belirsizdi ve içinde karşıtlıkları barındırıyordu.
Anaksimandros’a göre arkhe, halihazırda varolan hiç bir şeye benzememeliydi. Ki böylece varolan her şey kendisinden türeyebilsin. Bir r oyun hamuru gibi. Hiç bir şeye benzemez o hamur ama sonra belki bir at, belki bir araba olsun diye bir malzeme olarak kullanılabilir.
Diğer bir Miletli filozof, Anaksimenes, MÖ 585-528 yılları arasında yaşamıştı.
Anaksimandros’un öğrencisiydi.
Bu yetenekli gözlemci her şeyin havadan geldiğini ve havaya döndüğünü, ruhun ise solunan hava olduğunu ifade eder.
Ona göre tek varlık; kalınlaşıp incelerek ateşe, rüzgâra, bulutlara ve toprağa dönüşebilen havadır. Tanrı’nın gücüyle dolu olan hava hayat için sudan daha önemlidir. Gökkuşağını mitolojik bir tanımlamadaki gibi tanrıça olarak değil de güneş ışınlarının yoğunlaşmış hava üzerindeki etkisi olarak değerlendirir. Bilimsel düşünceleri kendisinden sonraki pek çok düşünür tarafından da benimsenir.
Her halukarda Anaksimenes’in düşünceleri, Thales ve Anaksimandros’ta gördüğümüz, İyonyalı filozofların evren konusundaki düşüncelerine özgü unsurları sergiler:
• Maddi unsurların gerçekliğine vurgu
• Evrensel düzenin mitolojik modellerinden kopuş
• Doğanın kendi ilkeleri doğrultusunda anlatımına yönelim
• Analojiyi temel alan bir araştırma yönteminin inşası
Sokrates öncesi felsefe serimizin ikinci bölümünde Empodokles, Anaksagoras ve Demokritos’tan bahsedeceğiz.