Proust: "Gerçek yaşam edebiyattır."

Proust
Bulunan Zaman, anlatıcının araştırmasını sona erdirir; sanatın ne olduğunu keşfettiği için, tüm yaşamı boyunca birbirini izleyen tüm kısmi bulgulamaların bundan böyle bireşimini yapıp, o zamana kadar sürekli olarak yapageldiği hataları ortaya çıkarabilir. Bu önemli ipu-cundan önce, edebiyat alanında her türlü girişimden vazgeçme isteği gelir: "Şimdi elimde, hiçbir işe yara-madığımın, edebiyatın bundan böyle bana hiçbir sevinç sağlayamayacağının kanıtı vardı; bu, çok az yete-nekli olduğum için belki benim ha-tamdan ya da sandığımdan daha az gerçeklik yüklü olduğu için edebi-yattan kaynaklanıyordu" (s. 225).

Bu seçenek, aslında anlatıcının kendini kaptırdığı, birbiriyle bağlantılı iki hatadan kaynaklanır (bu hareketin ayrıntılı çözümlemesi için, Gilles Deleuze'ün "Proust et les singes" başlıklı incelemesine başvurulabilir, Sıralanış bakımından bu hatalardan ilki, yazarın, nesnelerin oldukları biçimiyle kavranmasını edebiyattan beklemesidir. Hatanın kaynağı bu son düşüncede yatar: nesnelerin gerçeğini, üstümüzde bıraktıkları izlenim orada yatıyormuş gibi, nesnelerin içinde bulmak istemek; bizi sonunda beylik düşünceler ileri sürmeye iten, işte bu yanılsamadır. Dolayısıyla, bu yanılsamanın farkına varmak bizi gerçekliği yeniden tamımlamaya yöneltir: "Gerçeklik, bir bakıma deneyim artığı ise ve bu, herkes için aşağı yukarı aynı şey ise, çünkü kötü hava, savaş, araç terminali, aydınlık lokanta, çiçek dolu bahçe, dediğimizde, ne demek istediğimizi herkes anlar; gerçeklik bu ise, bu şeylerin bir tür sinema filmini yapmak kuşkusuz yeterli olurdu ve kendi basit verilerinden uzaklaşacak "üslup", "edebiyat", yapay birer ordövr olmaktan öteye geçmezdi. Ne var ki, gerçeklik tam olarak bu muydu?" (s. 283). Bununla birlikte, bu ilk hatadan vazgeçmek, hemen ardından ikinci bir hataya saplanmak anlamına gelir: gerçeği nesnede değil de öznede aramak, gerçeği kesin ola-rak yitirmeye yol açar. Sanat, gözlemin yönelişinde, ayrıntılara dikkat etmede olmadığı gibi, bizi nesneden nesneye götüren, asla yakalanamayan öznel çağrışımlarda da değildir. İzlenimleri derinleştirmek gerekiyorsa bu, onları oluşturan şeyin ne olduğunu keşfetmek içindir: "dünyanın bizim gözümüze görünüş biçiminde varolan niteliksel farkı", özneyle ilişkisi olan, buna karşılık ona indirgenemeyen bu farkı yakalamak içindir. Onu yakalamayı, değilse bile kavramayı sağlayan yalnızca sanattır.

Bu ayrıcalık bir başka sonuca yol açar: sanat, insanların aynı za-manda bir deneyimi birbirleriyle paylaşmasını sağlayan tek etkinliktir. Proust'un dostluk ya da aşk hakkında ne düşündüğü bilinir: dostluk, bireysel bir araştırma üzerine kurulmamış bir birlikteliğin yapay özelliğini asla aşamaz; aşka gelince, sonunda yalnızca uyandırdığı duygularla ölçülür. Sanat, tersine, duygunun öznelliğini aşarak, ortaya yapıt koyarak, başka durumda bizim için her zaman ulaşılamaz kalacak dünyaları kavramamızı sağlar.

Aşağıda Proust'tun eşsiz eseri "Yakalanan Zaman, Kayıp Zamanın İzinde"den bir alıntı var.




Gerçeklik, simgelerle anlatılan küçük şeylerin içinde bulunduğuna göre (bir uçağın uzaktan gelen sesindeki, Saint-Hilaire çan kulesinin çizgilerindeki görkem, bir madlen çikolatasının tadındaki geçmiş, vb.) ve bunlar, anlamlan çözülüp açığa çıkarılmadıkça kendiliklerinden bir anlam ifade etmediklerine göre, simge edebiyatının herhangi bir değeri nasıl olabilir? Belleğimizin koruyup sakladığı şey, giderek, doğru olmayan, içinde vaktiyle gerçekten duyumusadıklarımızdan hiçbir şey kalmamış olan, bizim gözümüzde kendi düşüncemizi, yaşamımızı, gerçekliği oluşturan ve ancak, yaşam gibi basit, güzellikten yoksun, gözlerimizin gördüğünden çok daha sıkıcı ve daha boş ve zekâmızın, insanın, kendini ona veren kişinin neşelendirici ve canlandırıcı, onu harekete geçiren ve uğraşında ileri götüren kıvılcımı neresinde bulduğunu kendi kendine sorduğu, sözümona "yaşanmış" bir sanatı canlandıran tüm bu ifadelerin oluşturduğu zincirden ibaret kalır. Gerçek sanatın büyüklüğü, M. de Norpois'mn bir özengen oyunu adanı verdiği sanatın büyüklüğü, tersine, kendisinden uzak yaşadığımız, yerine koyduğumuz bilgi kalınlık ve geçirimsizlik kazandığı ölçüde giderek kendisinden daha da uzaklaştığımız o gerçekliğin yeniden bulunması, yeniden yakalanmasıydı, bilmeksizin ölebileceğimiz, kendi yaşamımızdan başka bir şey olmayan o gerçekliğin.
Gerçek yaşam, sonunda keşfedilmiş ve aydınlanmış, dola-yısıyla da gerçekten yaşanmış yaşam, edebiyattır. Bir anlamda, tüm insanlar gibi, sanatçıyı da her an sarmalayan o yaşam. Ama insanlar onu görmüyor, çünkü onu aydınlatmaya çalışmıyor. Ve böylece, geçmişleri yararı olmayan sayısız klişeyle doluyor, çünkü zekâları bunları "geliştirmiyor". Yaşamımız; dolaysıyla başkalarının da yaşamı, çünkü yazar için üslup, ressam için de renk teknik bir sorun değil, görüş sorunudur. Bu, dünyanın bize görünüş biçimindeki nitelik farkının, dolaysız ve bilinçli yöntemlerle asla ortaya çıkmayacak o farkın, sanat olmasa, hepimizin içinde sonsuzluğa kadar bir giz olarak kalacak olan farkın açığa vurulmasıdır. Yalnızca sanat sayesinde kendi dışımıza çıkabilir, bir başkasının bu evreni hangi gözle gördüğünü öğrenebiliriz; bizimkiyle aynı olmayan ve bu görüşü öğrenmediğimiz sürece, bize sunduğu manzaralar bizim için, Ay'daki manzaralar kadar bilinmez kalacak olan bu evreni. Sanat sayesinde tek bir dünyayı, kendi dünyamızı görecek yerde, bu dünyanın çoğaldığını görürüz ve sahip olduğumuz, birbirinden farklı olduğu kadar, sonsuzluğa akıp giden dünyalardan da farklı dünyaların sayısı özgün sanatçıların sayısı arttığı ölçüde artar ve adı Rembrandt ya da Ver Meer olsun, çıktıkları ışık kaynağı çoktan sönmüş olduğu halde, bize hâlâ özgün ışıklarını gönderirler.
Sanatçının bu uğraşı, yani maddenin ardında, deneyimin ardında, sözcüklerin ardında farklı şeyler algılamaya çalışma uğraşı, kendimize sırtımız dönük yaşadığımızda bizim yaptığımız şeyin tam tersidir; özsaygı, tutku, akıl ve alışkanlık da gerçek izlenimlerimizin üzerine -bunları bizden bütünüyle gizlemek için- sözcükleri, pratik amaçları yığdığında, yanlış olarak yaşam adını verdiğimiz şey ortaya çıkmış olur. Sonuç olarak, böylesine karmaşık olan bu sanat, yaşayan tek sanattır. Bu sanat, başkalarına bir şey anlatan, bize de kendi öz yaşamımızı, "gözlenemez" olan, gözlenebilen görünüşlerinin anlaşılır bir dile çevrilmesi ve çoğu zaman tersten okunup zorlukla çözülmesi gereken yaşamı gösteren sanattır. Özsaygımızın, tutkumuzun, öykünme anlayışımızın, soyut aklımızın, alışkanlıklarımızın ortaya koyduğu bu uğraş, sanatçının bozacağı uğraştır, ters yönde yol alıştır, vaktiyle gerçekten varolmuş şeylerin içimizde bilinmezlik içinde yattığı, sanatın bize onları izleteceği derinliklere dönüştür.

Please Select Embedded Mode To Show The Comment System.*

Daha yeni Daha eski