panteizm

Etimolojik olarak bu kelime her şey (pan) tanrıdır (theos) veya Tanrı her yerdedir anlamına gelir. Şüphesiz panteizmi bütün şeylerde, bütün hayvanlarda tanrıları gören çok tanrıcı fetişizmle karıştırmamak gerekir. Panteistler, tersine, evrenin temel birliğine inanırlar. Ancak onlara göre Tanrı'yı evrenden ayırmamak gerekir. Tanrı ne evrenin yaratıcısıdır, ne onun dışında veya onun üstündedir (aşkın). Tanrı evrenle bir düşer veya evren Tanrı'dadır, O'nun dışında değildir. Tanrı'nın sonsuzluğu üzerinde çok ısrar eden panteistler yaratıcı bir Tanrı kabul etmek istemezler. Onlar şöyle derler: Eğer Tanrı sonsuz ise kendi dışında bir evren yaratmamıştır, çünkü sonsuz olana, tanımı gereği, herhangi bir şey ilave edilemez. Eğer Tanrı'dan ayrı bir evren Tanrı'ya ilave edilirse, evren artı Tanrı, Tanrı'dan fazla bir şey olur. O zaman Tanrı sonsuz olamaz. Yaratıcı bir Tanrı'ya inanmak, Tanrı'nın sonsuzluğuna hakarettir. Eğer Tanrı kendisi dışında bir şey yaratmış olsaydı, o zaman var olan her şey, mutlak sonsuzluk olmazdı. O halde evren Tanrı'dadır, O'nun dışında değildir. Tanrı evrene içkindir.

Böylece stoacılar Tanrı'nın cisim olduğunu söylemekteydiler. Ancak evren denilen bü-yük cisim hareketsiz maddeden yapılmış değildi. Tersine evren, Tanrı'nın ruhunu oluşturduğu canlı bir varlıktı. Tanrı, dünyanın ruhu, her şeyin içinde bulunan akıldı. Ruhumuzun kendisi de tanrısal nefesin bir parçasından ibaretti.

Yeni-platoncu bir filozof olan Plotinos'a göre tikel ve somut varlıklar Tanrı'nın bir yaratımının konusu değildirler, onlar daha çok tanrısal birliğin alçalmasıdır. Çokluk Bir'den yaratım sonucu değil, Bir'in zamanda ve uzayda dağılması sonucu ortaya çıkmıştır. Oluş, şeylerin değişen akışı, Ezeli-Ebedi varlığın daha aşağı dereceden bir formudur.

Spinoza'ya göre tikel somut gerçeklikler, tümdengelim yoluyla ezeli-ebedi tanrısal birliğe geri giderler. Nasıl üçgen kavramından, onun iç açılarının iki dik açıya eşit olması so-nucu çıkmaktaysa, tikel şeyler de Tanrı'nın özünden çıkan etkilerden ibarettirler. Sonlu varlıklar Tanrı'nın yaratımları değildir, O'nun parçaları "sonsuz tözün sonlu görünümle- ri"dir. Tanrı veya doğa (Deus sive natura), bizim içlerinden ancak iki tanesini, uzam ve düşünceyi bildiğimiz, sonsuz sayıda ana niteliğe sahip olan sonsuz tözdür. insan, Tanrı'nın bir parçasıdır. İnsanın ruhu sonsuz düşüncenin bir ışını, bedeni ise sonsuz uzamın son derece küçük bir parçasıdır.

Hegel'in panteizmi
Panteizme yeni bir biçim altında XIX. yüzyılda Hegel'de de rastlamaktayız. Hegel için Tanrı, önceleri doğada uyku halinde bulunan, bütün eksiksizlik ve parlaklığı ile ancak en sonunda kendini göstermek üzere yavaş yavaş tarihte gerçekleşen mutlak ruhtur. Tanrı önceden verilmiş değildir, o kendisini insani kültürün ürünlerinde aşama aşama gerçekleştirir. O halde Tanrı önce, ileriye doğru gitmekte olan insan ruhunun kendisidir veya daha doğru olarak, gelişimleri içinde, kültürün ve insani eserlerin kendisine doğru yöneldikleri mutlak bilgi, ideal sınırdır. Aşkınlığın, ötenin geleneksel rolünü, burada, gelecek üstlenmektedir. O halde gerçek aşkınlık yoktur. Tanrı tarihin içindedir. Tarihin gerçek-leştirdiği değerler dışında değerler yoktur. İki halk, iki uygarlık çatıştıklarında zafer kaza-nan halk veya uygarlık gerçekte ruhun oluşunun bir anını temsil eder. "Hak", muzaffer olan güçle; "değerler", dünyanın gidişiyle aynı şey olurlar. Tarihin sonunda bazı halkları mahkum edecek, bazılarını bağışlayacak son bir yargılama günü olmayacaktır. Tanrı, tari-hin dışında ve üstünde olan aşkın bir yargıç değildir. O, tarihin kendisidir, oluşta gerçek-leşen şeydir: "Dünya tarihi dünyanın en son mahkemesidir". Bununla birlikte evrende fiilen gerçekleşen şey, şu anda zafer kazanan şey, tanrısal özün kendisinden ibaret olduğu şey değildir, çünkü Tanrı kelimenin, gerçek anlamında var olan değil, olacak olandır.

Hegel'den itibaren bu Tanrı anlayışı, çeşitli biçimler altında büyük bir başarı kazana-caktır. Tüm çağdaş ilerleme felsefesi hegelci sistemden esinlenmiştir. Onun Hıristiyan dü-şüncesine uyarlanmış bir diğer yankısını Teilhard de Chardin'in evrimciliğinde veya şair Rilke'nin düşüncelerinde bulmaktayız: "Tanrı'nın gelecek olan, ebedi olarak gelecek olan olduğunu, bizim yaprakları olduğumuz bir ağacın tam olgun meyvesi olduğunu neden düşünmeyelim? Meydana gelen her şeyin bir başlangıcı olduğuna inanmıyor musunuz? Bu Tanrı'nın kendisinin başlangıcı olacak değil midir? Eğer peşinden koştuğumuz şey çoktan tarihe karışmış bir varlıksa onun arkasından koşmamızın ne anlamı vardır?"
Aslında hegelci panteizm özü itibariyle çift anlamlıdır ve iki şekilde yorumlanabilir: Ya bu kendini gerçekleştiren Tanrı, insan zihninde sürekli ilerleme içinde olan "idealin bir kategorisinden ibarettir (Renan) ve bu durumda insan bir yaratık olmaktan çıkar ve kendi-si aracılığıyla o idealin gerçekleştiği şey, başka bir deyişle Tanrı'nın kendisinin yaratıcısı olur veya Tanrı, Oluşun, -her aşamasını daha önce gelen anlarla açıklamamız mümkün olmayan, tersine her aşaması kendisinden sonra gelen şeyi hazırlayan, yalnızca mutlak bilginin bilincinde yeniden ortaya çıkmak üzere tarihte kendine yabancılaşan Idea ta-rafından yönetilen Oluşun- başlangıcında fiilen var olan İdea'dır.
Ancak sadece Hegel'in panteizmi değil, her panteizm çift anlamlıdır. Panteizm, Tanrı ve dünyayı birbirinden ayırt etmeyi reddetmedir. Bu ise iki yönde anlaşılabilir.

Ya sadece Tanrı gerçektir, spinozacı terimlerle söylersek, var olan sadece "yaratıcı doğa", tözün birliğidir ve çokluğu içinde çeşitli olan somut dünya, "yaratılmış doğa" sadece görünüşte vardır. Bu, dünyanın kendisinin yalnızca bir rüya olmasına karşılık gerçekten var olanın sadece Tanrı olduğunu ileri süren Asya panteizmidir. (Bu anlayışa akozmizm, yani kozmosun, evrenin var olmadığını ileri süren öğreti denebilir.)

Veya bunun tamamen tersine, sadece evren gerçektir. Dünya, var olan şeylerin toplamından başka bir şey değildir. Bu durumda Tanrı her şeyi ifade etmek için kullanılan bir kelimeden, boş bir kelimeden başka bir şey değildir. Ve panteizm burada kılık değiştirmiş bir tanrıtanımazcılıktır. "Eğer her şey Tanrı ise Tanrı hiçbir şey değildir." Gerçekten panteizm, tanrıtanımazcılıktan, yaratıcıyla yaratılmış arasındaki ayrımı hayli zayıflatmakla birlikte belli bir ölçüde koruması bakımından ayrılır.

Stoalılarda dünya ruhu dünya ile aynı şey değildir. Dünya ruhu, dünyayı "geren", ona yapı ve hayat veren şeydir. Plotinos birle çoğu birbirinden ayırt eder: Çok, Bir tarafından yaratılmamıştır, ondan "çıkmış"tır. Spino-za'da "yaratılmış doğa" "yaratan doğa"nın yayılmasıdır. Hegel'de Idea'nın tarihin akışının dışında bir varlığı olmamakla birlikte, dünya tarihinin gerçek, somut akışı, kendisi altın¬da bulunan ve kendisini açıklayan Idea'dan ayırt edilir. Böylece panteist çözüm, zayıf bir tanrıcılıkla saf ve basit bir tanrıtanımazcılık arasında kalmaya mahkum olarak, her zaman bir çift anlamlılık gösterir.

Please Select Embedded Mode To Show The Comment System.*

Daha yeni Daha eski