Gorgias*

Burada ele alınacak ikinci ve diğer ünlü bir Sofist, Gorgias'tır. Pla­ton'un diğer ünlü bir diyaloguna adını verdiği Gorgias'ın hayatı hak­ kında da Protagoras'ınkinden daha fazla şey bilmemekteyiz.

Onun da Atina doğumlu olmadığını, hayatının büyük kısmını Atina dışında geçirdiğini, İÖ. 480'lerde doğduğunu ve çok uzun bir ömür ( 1 05 ile 1 1 0 yıl arasında) sürdükten sonra 380 lerde öldüğünü biliyoruz. Aslen Güney İtalya'da, Leontinoi'da doğduğu sanılmakta­ dır. Felsefe ve hitabeti, diğer ünlü hemşerisi Empedokles'in yanında öğrendiği söylenmektedir. Aristoteles hitabetin ilkelerini Empedok­ les'in icat ettiğini ve onları Gorgias'a öğrettiğini, Gorgias'ın da hitabe­ ti Atina'da sattığını söylemektedir.

Gorgias hatip ve hitabet öğretmeni olarak Sicilya'da o kadar ün salmıştır ki, 427'de Leontinoi'nin temsilcisi olarak Atina'ya elçi olarak gönderilmiştir. Bu sırada Atina ve Sparta arasındaki Peloponnes savaş­ ları başlayalı dört yıl olmuştur. 27 yıl sürecek ve sonunda gerek sava­ şı kaybeden Atina'nın gerekse kazanan Sparta'nın son derece güçsüz düşmesine neden olacak bu savaşta Yunan ana karası gibi Sicilya şe­ hirleri de kimisi Atina'nın, kimisi Sparta'nın yanında yer alacak şekil­ de ikiye bölünmüştür. Sicilya'da Sparta'cı kampın başında Dor Sirakü­za, Atina'cı kampın başında ise İon Leontinoi şehirleri vardır.

Gorgias'ın Atina'da savaşan Yunanlılara, Perslerin yeniden or­ taya çıkan güçlerine karşı kendi aralarında birlik kurarak güçlü bir şe­ kilde karşılık verebilmeleri için savaşı sona erdirmeleri ve barış yapma­ ları yönünde makul teklifini içeren bir nutuk verdiği ve bu nutkuyla epeyi insanı etkilediği anlaşılmaktadır. Ancak bu öğüdü dikkate alın­ mayacak ve Yunanistan şehirleri arasında gerçekleşmesini arzu ettiği barış ve birliği ancak yaklaşık yüz yıl sonra Makedonyalı İskender'in çelik eli sağlayacaktır. Hayatının sonuna doğru Tesalya'ya yerleştiği ve burada yukarda işaret ettiğimiz gibi çok ileri bir yaşta öldüğü söylen­mektedir (DK 82 A 2,7,9; A 4).

Gorgias'ın yazılarından günümüze Protagoras'ınkilere nisbetle daha fazla şey kalmıştır. Bunlar arasında iki tanesi, nisbeten daha uzun ve tam olarak muhafaza edilmiş olan nutuk veya piyestir. Bunlar He­ len'e Övgü ve Palamedes'in Savunması adlarını taşımaktadır. Ancak bu yazılar felsefi önemi olmayan, adlarının da gösterdiği gibi edebi ve­ ya hukuki, adli yazılardır (Freeman, Ancı a , 131,134).

Felsefi önemi olan görüşlerinin ise Var Olmayan Üzerine veya Doğa Üzerine adlı yazısında ifade edilmiş olduğunu görüyoruz.


Öğretisi

Gorgias'ın bu ünlü yazısında ortaya attığı üç tez vardır. Bunlardan bi­ rincisi "hiçbir şeyin var olmadığı"nı, ikincisi "herhangi bir şeyin var olmuş olsa bile bilinemeyeceği"ni, nihayet üçüncü ve sonuncusu "her­ hangi bir şeyin bilinmesi mümkün olsa bile başkasına iletilemeyece­ ği "ni ileri sürmektedir. Bu ana tezler de kendi içlerinde bazı alt teziere ve iddialara ayrılmaktadır. Şimdi onları sırasıyla görelim:

Birinci tez, hiçbir şeyin var olmadığı tezidir. Gorgias bu tezi şöy­ le ispat etmektedir: Eğer bir şey varsa, o ya a) var olandır veya b) var olmayandır veya c) var olanla var olmayanın karışımıdır.
Şimdi bu şey b) var olmayan olamaz, çünkü var olmayan, var değildir. Çünkü eğer o var olsaydı, aynı zamanda onun var olan ve var olmayan olması gerekirdi. Bu ise saçmadır.

a) Bu şey, var olan olamaz, çünkü eğer var olan var olsaydı, onun ı) ya ezeli-olması, ıı) ya bir şeyden meydana gelmiş olması veya 111) bunun ikisi olması gerekirdi.

ı) Onun ezeli olması mümkün değildir, çünkü eğer öyle olsaydı, başlangıcı olmaması gerekirdi. Başlangıcı olmayan şeyin ise sınırı yok­ tur. Sınırsız olanın ise yeri (position) yoktur. Çünkü yeri olan bir şeyin dışında onu çevreleyen bir şeyin olması gerekir. Böyle bir şey ise sınır­ sız olmaz. Çünkü sınırlayan şey, sınırlanan şeyden daha büyüktür. Oy­ sa sınırsız olandan daha büyük bir şey olamaz. O kendi kendini de çevreleyemez. Çünkü o zaman çevreleyen (veya sınırlayan) şeyle, çev­relenen (veya sınırlayan) şeyin aynı olması gerekir. O zaman da varolan şeyin iki şey olması gerekir ki bu saçmadır.


ıı) Var olan, bir şeyden meydana gelmiş olamaz, çünkü o zaman onun kendisinden meydana geldiği şeyin ya var olan veya var olmayan olması gerekir ki bu iki şık da saçmadır.

ııı) Var olan hem ezeli, hem de bir şeyden meydana gelmiş ola­maz, çünkü bunlar zıtlardır. O halde var olan mevcut değildir.

ıv) Var olan bir olamaz, çünkü eğer varsa onun bir büyüklüğü vardır. Büyüklüğü olan ise sonsuza kadar bölünebilir, hiç olmazsa bir uzunluk, genişlik ve derinliğe sahiptir.

v) Var olan çok olamaz, çünkü çok olan, birlerin bir araya gelmesinden meydana gelir. Eğer bir olan yoksa, çok olan da yoktur.

c) Var olan, var olanla var olmayanın ka­rışımı da olamaz, çünkü bu imkansızdır. Sonuç: eğer var olan yoksa, hiçbir şey var değildir (Freeman, 128).

İkinci tez, herhangi bir şey var olsa bile onun bilinemeyeceği te­zidir. Gorgias bu tezi de şöyle ispat etmeye çalışmaktadır: Eğer zihnin kavramları gerçekler değilse, gerçek düşünülemez. Çünkü eğer düşünü­len şey beyaz ise, düşünülen beyazdır . Eğer düşünülen şey var değilse o zaman var olmayan düşünülendir. Bu ise varlığın veya gerçekliğin dü­şünülmediği, düşünülemeyeceğini söylemek demektir. Düşünülen bir­ çok şey, gerçek değildir. Biz deniz üstünde yürüyen bir araba, kanatlı bir insan düşünebiliriz. Aynı şekilde görülen şeyler görme nesneleri, işitilen şeyler de işitme nesneleridir ve biz kendilerini işitmeksizin görülen şey­ leri gerçek, kendilerini görmeksizin işitilen şeyleri gerçek olarak kabul ederiz. O halde kendilerini görmeksizin veya işitmeksizin düşünülen şeyleri de gerçek olarak kabul etmek zorundayız. Ancak bu da örneğin deniz üzerinde yürüyen şeylerin varlığına inanmak anlamına gelir. O halde gerçek, düşüncenin konusu değildir ve onun tarafından biline­mez. Duyu algısına karşı veya onunla aynı değerde olan bir ölçüt ola­rak salt zihin ise, bir efsaneden başka bir şey değildir (Freeman, 129).

Üçüncü tez, herhangi bir şeyin düşünülmesi veya bilinmesi mümkün olsa bile bu bilginin başkasına iletilemeyeceği tezidir. Gorgi­as bu son tezini de şöyle ispat etmeyi düşünmektedir: Var olan şeyler, duyularla algılanan şeylerdir. Görmenin konusu görme ile kavrananlar, işitmenin konusu işitme ile kavrananlardır ve bunlar (yani görme ve işitme) birbirlerinin konularını kavramazlar. Sonuç, duyu algıları­nın birbirlerine kapalı olduğudur. Öte yandan biz birbirimizle dille ile­tişimde bulunuruz. Dil ise var olan şeylerle, duyusal şeylerle aynı de­ğildir. O halde biz birbirimize var olan şeyleri değil, sadece dili iletiriz. Nasıl ki görülen şey işitilen şey olamazsa, dilimiz de bizim dışımızda var olan şeyin aynı değildir. Ayrıca dil hiçbir zaman duyusal şeyleri doğru olarak temsil etmez, çünkü onlardan farklı bir şeydir ve duyu­sal şeylerin her biri ayrı bir tür organ tarafından algılanır, dil ise ayrı bir tür organ tarafından. Görmenin konusu olan şeyler başka bir or­ gana değil, görme organına hitap ettiklerine ve farklı duyu organları bilgilerini birbirlerine iletmediklerine göre dil de duyusal şeyler hak kında herhangi bir bilgi veremez (Freeman, 129).

Bu akıl yürütme veya kanıtlama hakkında neler söyleyebiliriz? Her şeyden önce onun adımlarını tam olarak kavrayamadığımız bir gerçektir. Bununla birlikte bazı felsefe tarihçilerinin ileri sürdükleri gi­bi bu akıl yürütmenin tam bir mantık oyununa veya yanıltmacaya da­yanmadığı da muhakkaktır. Bütünü itibariyle bu kanıtlama Zenon'un akıl yürütmeleri veya paradokslarına benzemektedir. Birinci tez ne bir, ne çok olamayacağını, ne ezeli, ne meydana gelen bir şey olamayaca­ğını göstererek varlığın var olamayacağını ispat etmeye yöneliktir. İkinci tez duyuların hakkında bize farklı bilgiler vermelerinden ve bir duyunun verdiği bir bilgiyi başka bir duyunun vermemesinden, elimiz­ de duyulardan başka bir bilgi aracının olmamasından, nihayet var ol­mayan bir şeyin de düşünülmesinin mümkün olmasından ötürü bir şe­yin bilinmesi veya düşünülmesinin mümkün olmadığı iddiasına dayan­ maktadır. Üçüncü tez ise esas olarak yine duyuların birbirlerine kapa­lı olmaları, bunun yanında insanların birbirleriyle dil aracılığıyla ileti­ şimde bulunmaları, dilin ise şeyleri doğru temsil etmediği, dolayısıyla gerçekte nesnelerin bilgisini iletmediği gözlemine dayanmaktadır.

Böylece bu üç ana tezin her birinin ciddi bir probleme veya problemlere işaret ettiğini söylemek doğrudur. Kaba bir biçimde söy­ lersek birinci tez "varlık"la, ikinci tez "düşünme" ile, üçüncü tez ise "dil"le veya "iletişim"le ilgili güçlüklere işaret etmektedir. Birinci tez varlığın nasıl bir şey olduğu, bir mi çok mu, ezeli mi meydana gelmiş mi olduğunu ileri sürmekte var olan güçlüklere işaret etmektedir. İkin­ci tez varlığın bilgisinde, düşünülmesinde, çeşitli ve farklı duyu organ­ ları ile kavranmasında, daha önemli olarak düşüncenin konusu olan şeyin ne olduğu, var olmayan bir şeyi düşünmenin mümkün olup ol­madığı konusunda yatan güçlüklere işaret etmektedir. Üçüncü tez ise dil ile eşya arasındaki ilişkilerde, insanların dille iletişimde bulunduk­ larında birbirlerine gerçekte neyi ilettikleri konusunda mevcut olan güçlüklere işaret etmektedir.

Gorgias'ın bu uzun akıl yürütmesini, tek tek eklemlerinde veya adımlarında sıkı bir sorgulamaya tabi tuttuğumuzda bazı adımlarında belirsizliklerin veya atlamaların, hatta yanıltmacaların var olduğunu
söylemek mümkündür. Ancak bu, bu akıl yürütmenin bütününde cid­ di olmadığı veya ciddi konulara işaret etmediği anlamına gelmemekte­ dir. Öte yandan bunun kadar önemli bir başka güçlük veya problem, bu akıl yürütmenin hedefi veya amacının ne olduğudur.

Bu akıl yürütmenin bütününün şekil bakımından, birinci tezin ise hem şekil hem içerik bakımından Parmenides'in öğrencisi olan Ze­non'un paradokslarına benzediği açıktır. Kimileri onu Parmenidesçi tezin ve bu tezin savunulma biçiminin bir parodisi olarak görmek iste­mektedirler. Ancak bize göre bu doğru değildir. T tersine biz de, ba­zıları gibi onun Zenon'un diyalektik olarak, a priori olarak ispat etme­ ye çalıştığı şeyi, yani varlıkta hiçbir hareket, hiçbir zamansal oluşun mümkün olmadığı görüşünü daha kapsayıcı, kavramsal olarak daha genel, ancak daha yüzeysel mantıksal akıl yürütmelerle daha ileri gö­türerek sadece var olmayanın, yani hareketin ve oluşun değil, bizzat varlığın ve dolayısıyla bilginin de olmadığını bize kabul ettirmeye ça­lıştığı görüşündeyiz (Hildebrant, Frühe Griechische Denker, 1 08). An­cak Gorgias bununla da kalmamakta, herhangi bir varlık var olsa ve bilinebilse bile bu bilginin bize bir faydası olamayacağını, çünkü onun bir başkasına iletilemeyeceğini göstermek istemektedir. Peki bunun so­nucunda erişmek istediği amaç ne olabilir? Buna ilişkin en kabul edilebilir açıklama, herhalde Gorgias'ın bu yolla felsefenin değersizliğini ve işe yaramazlığını göstermek, bununla da hitabetin elinin serbest kalmasını sağlamak istediği olabilir.

Eğer bu yorumumuz doğruysa Platon'un Gorgias diyalogunda Gorgias'a hitabetle ilgili olarak yönelttiği can alıcı soru ve onun bu so­ruya karşılık olarak verdiği cevap anlamını ve açıklamasını bulmakta­ dır. Bu diyalogda Sokrates'in Gorgias'a yönelttiği sözünü ettiğimiz so­ ru, hitabetin ne tür bir şey olduğu ve konusunun ne olduğudur. Bu so­ruya Gorgias hitabetin en yüksek bir sanat olduğunu, söz sanatı oldu­ğunu, konusunu ise sözlerin, sadece sözlerin oluşturduğunu söyleyerek cevap verir. Bu cevaba Sokrates haklı olarak itiraz ederek, bu sözlerin hangi şeyler, hangi varlıklar veya gerçekler ya da doğrular hakkında sözler olduğunu sorar. Gorgias'ın buna cevabı ise onların her y, doğ­ ru olan veya olmayan her şey üzerine sözler olduğu yönündedir: Hita­bet öyle bir sanattır ki, ona sahip olana bağımsızlık ve başkaları yanın­ da üstünlük verir. O öyle bir sanattır ki onun sayesinde yargı yerlerin­ de yargıçları, mecliste üyeleri, halk toplantılarında ve bütün yurttaş toplantılarında bulunanları sözle kandırmak mümkündür. Sokrates bu cevaba da şu yönde itirazda bulunur: Her bir sanatın özel bir konusu vardır. Hekimliğin konusu sağlık, idmancının konusu insan vücududur. İnsan hastaysa hekimin, vücudunu geliştirmek istiyorsa idmancının sö­zünü dinleyecektir. Peki bu tür ihtiyaçları olan bir insan, hekim veya id­mancı yerine niçin kendisinin, yani hitabetçinin sözünü dinleyecektir?
İlginç olan şey, Gorgias'ın bu soruya cevabının, sağlık konusun­ da veya insan vücudu konusunda hitabetçinin, hekim veya idmancı­dan daha üstün bir bilgiye sahip olduğu yönünde olmamasıdır. O, açıkça hitabetçinin bu konularda hiçbir bilgisi veya özel bilgisi olma­dığını itiraf eder. Onun işi bilgi vermek değil, inandırmaktır, hatta Pla­ton'un sözleriyle açık olarak kandırmaktır (Gorgias, 449 a; 450 b,c; 452 d,e; 454 b 455 b).

Şimdi burada ortaya çıkan y, Gorgias'ın hitabet sanatının hiç­ bir konusu olmadığını kabul ettiği ve kendisinin de hiçbir konu veya arlık veya gerçeklikle ilgili bilgi vermek iddiasında bulunmadığıdır.
Şüphesiz böyle bir tutum, Platon'un bu diyalogunda Gorgias'ın hiçbir çekinme duymaksızın açıkca, hatta utanmazca ifade etmekten kork­madığı bu tutum, ancak Gorgias'ın "ortada herhangi bir gerçek ve bu gerçek hakkında herhangi bir bilgi mevcut olmadığı" şeklindeki anto­ lojik ve bilgi kuramsal bir tezden hareket ettiği görülürse anlaşılabile­ cek veya haklı görülebilecek bir tutumdur.

Burada Gorgias'ı Protagoras'tan ayıran büyük mesafe de orta­ ya çıkmaktadır. Protagoras da insanlara bir şey öğrettiği fikrindeydi. Onun da öğrettiği şey, özel sanatların bilgisinden farklı bir şeydi. An­ cak Protagoras'ın öğrettiğini iddia ettiği şey, daha önce de işaret etti­ğimiz gibi, insanın insan ve iyi yurttaş olmak bakımından sahip olma­ sı gereken ve sahip olması mümkün olan gerçek bir şey, önemli ve de­ ğerli bir şey, ahlaki ve siyasi erdemdi. Yani onun gerçek bir konusu vardı. Protagoras'ın sanatının buna bağlı olarak gerçek bir sanat oldu­ğunu, politik bilgelik veya daha basit olarak politika sanatı olduğunu görmüştük. Öte yandan Protagoras bilgi konusunda duyumcu, öznel­ ci ve göreliciydi. O bilginin veya hakikatin insandan insana değiştiği­ni söylemekteydi; ama onun "varlığı"nı inkar etmemekteydi.

Oysa Gorgias bir hitabetçi ve sadece hitabetçi olduğunu, öğret­ tiği şeyin ise hiçbir özel konusu, daha doğrusu hiçbir konusu olmadı­ ğını, işinin sözler ve sadece sözler olduğunu, bu sözlerin nesnesinin var olan ve olmayan, doğru veya eğri olan her şey olduğunu, amacının da yalnızca söz ustalığı veya sözün iktidarını sağlamak olduğunu söyle­ mektedir. O varlıkla yokluk arasında bir ayrım yapmadığı gibi (Kita­ bının adı ilginç bir şekilde Doğa veya Var olmayan Üzerine'dir) birey­ sel ve öznel de olsa bilginin imkanını reddetmektedir. O varlık ve bil­ gi konusunda gerçekten bir "hiççi"dir (nihilist).
O halde Gorgias'ın hitabetçi olarak konumunu meşrulaştırabil­ mesi için insanların her türlü varlık, gerçeklik, hakikat ve bilgi iddiala­ rını ortadan kaldırması gerekli veya en azından yararlı bir şey olacak­ tı. Gorgias birbirini takip eden ve her biri diğeri kadar olumsuz veya yıkıcı sonuçları olan bu üç teziyle herhalde bunu yapmak istemiştir. Protagoras felsefeyi ortadan kaldırmayı düşünmemiş, sadece onun ilgi alanını değiştirmeyi amaçlamıştı. Doğa veya kozmos yerine insan ve­ ya toplumu koymayı arzu etmişti. O tanrıları da ortadan kaldırmak is­ tememiş, sadece onları insan ile toplum ile olan ilişki ve işlevlerinde ele almayı tercih etmişti. Gorgias ise deyim yerindeyse felsefeyi tümüyle ortadan kaldırmak, onun yerine hitabeti geçirmek istemektedir. Yap­ mayı düşündüğü şey elinin tümüyle serbest kalması için varlığı, gerçe­ği, bilgiyi ortadan kaldırmaktır. Sokrates-öncesi Yunan felsefesi Prota­goras'la değil, muhtemelen Gorgias'la tam bir hiçliğe giderek sona er­mektedir: Hiçbir şey yoktur; herhangi bir şey var olsa bile bilemeyiz, herhangi bir şey hakkında bir şey bilsek bile onu başkasına iletemeyiz.

*Ahmet Arslan, "İlkçağ Felsefe Tarihi", II. Cilt, syf. 45, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları 2006

1 Yorumlar

Please Select Embedded Mode To Show The Comment System.*

Daha yeni Daha eski