Devlet kitabında Platon ahlaki tavrın faydalarını göstermek için bir sihirli yüzük hikâyesinden faydalanır:
Sözünü ettiğim ehliyet, efsanede olduğu gibi, insanların Lidyalı Gyges'in atasının sahip olduğu güce sahip olmaları halinde gayet güzel ortaya çıkar... O memlekette çobanlar, sürüler hakkında aylık bilgi vermek için kralın huzurunda toplandıklarında, o da parmağındaki yüzükle katılmış toplantıya. Diğer çobanların arasında otururken, yüzüğün taşını, bilinçsizce avcunun içine doğru çevirmiş ve bunu yapar yapmaz da görünmez olmuş. Diğer insanlar kendi aralarında onun hakkında sanki o çıkıp gitmiş gibi konuşmuşlar. Çoban yüzüğün taşını eski konumuna tekrar getirmiş ve bu kez de görünür hale gelmiş.
O an anlamış ki, yüzüğün taşını aşağı doğru çevirince görünmez, yukarı doğru çevirince de görünür oluyor. Yüzüğün böyle bir sihirli güce sahip olduğunu iyice anladıktan sonra, bir yolunu bulup krala gönderilen ulakların arasına karışarak saraya girmiş ve kraliçeyle görüşme fırsatı bulmuş; kraliçenin kanına girip onun da yardımıyla kralı öldürmüş ve tahtını ele geçirmiş... Şimdi, bu yüzükten elimizde iki tane olduğunu ve birini adil, haksever insanın, diğerini de adaletsiz kişinin taktığını düşünün... Bunu takan, görünmez olmanın getirdiği gücü kullanarak pazara gidip istediğini yürütmek, dilediği insanı öldürmek, dilediğini de hapisten kurtarmak, kısacası insanlar arasında bir tanrı gibi dolaşmak imkânına sahip olacaktır. Böyle bir durumda her ikisi de aynı şeyi yapma eğilimi içine girer. Bu da, denebilir ki, bir insanın isteyerek değil de mecburen adil davrandığının güçlü bir kanıtı olarak gösterilebilir.
Burada Sokrates’in bir karşı çıkışı olur: Eğer ceza almayacağından eminse hangi gerçek kişi bu dünyanın birçok malını mülkünü haksız bir biçimde eline geçirme fırsatını tepebilir ve hangi duyarlı kişi tepecektir? Burada temel mesele, insana ve genelde insani duruma ilişkin ikili bir yaklaşımdır; bizi ikili bir görüş açısından, ne olduğumuza ve ne olmamız gerektiğine -neyin görünüşte ve yapay olarak ilgimizi çektiğine ve neyin gerçekten ve köklü bir biçimde çektiğine- göre değerlendiren bir yaklaşımdır.
Ve bu duruma Sokrates’in hazır bir cevabı vardır. Onun bakış açısından, adil olmayan kötü kişi gerçekten “yakayı sıyırmayı” başaramaz. Çünkü kötü sonunda -kendi kendine- yakalanır ve cezalandırılır. Çünkü o yaptığını bilir ve bundan dolayı gerçek bedel ödenmiş olur. Haksız olan artık aynaya bakamaz ve dürüst bir insanla yüzleşemez. Burada bizatihi kişinin eylemi onu mahkûm etmiş ve ona ceza kesmiştir: Kendine saygının yok oluşudur bu ceza.
Gyges Yüzüğü hikâyesi özellikle yaygın ve öne çıkan bir felsefi konu türüne, yani değerler çatışması konusuna örnek teşkil eder. Çünkü bu hikâye sahip olduğumuz iki önemli değer ilgisi, yani bir yanda kendine saygı ve öte yanda maddi çıkar arasındaki çatışmayı gün yüzüne çıkarır. İnsan psyche’sinin (“ruhun parçalarının”) karmaşık yapısı ve bunların nasıl donandığı ve düzenlendiği üzerine derinlemesine bir irdeleme yaptıktan sonra, Devlet kendi çıkarını düşünen tiranın (Gyges) çarpık hayatı ile filozofun ahenkli ve düzenli hayatını karşılaştırarak ve ikincinin daha üstün olduğuna karar vererek son bulur.
Ve dolayısıyla Gyges Yüzüğü hikâyesi önemli bir felsefi ders verir. Yaptığımız eylemler ikili özelliğe sahiptir. Onlar dünyanın bizi nasıl gördüğünü etkileyecektir; bu bazen manipüle etmeyi başarabildiğimiz bir şeydir. Ama sevelim ya da sevmeyelim, onlar aynı zamanda bizim kendimizi oluşturmamızın belirleyici unsurlarıdır da; bizi aslında olduğumuz türden kişiler yapmaya hizmet ederler.
101 Anekdotta Felsefe Tarihine Yolculuk, Nicholas Rescher, çev.: Abdullah Yılmaz, VakıfBank Kültür Yayınları, 2019, s.: 58