Bu görüşe göre bir fikir, kendinde,
iç özellikleri bakımından değil, gerçeğe uyup uymaması bakımından doğru veya
yanlış olarak nitelendirilir. Skolastikler şöyle demekteydiler:
"Doğruluk, düşüncemizin şeylere uygunluğudur." Doğru fikir, gerçeğe
sadık olan fikirdir.
Bu tanıma karşı çıkılamaz, ancak o
belirsizdir. Çünkü doğru düşüncenin gerçeğe bu uygunluğunu, bu sadık olmayı
yorumlamak gerekir. Sağduyunun bununla ilgili yorumu basittir: Doğru, gerçeğin
basit bir kopyasıdır, gerçeğin onu bilen zihnimdeki varlığıdır. Doğru bilgi,
basit olarak gerçeğin benim tarafımdan alınması, algılanmasıdır.
Sağduyuya
göre sanatın doğrusu sadık bir yansıdan başka bir şey değildir. Atalarımızdan
bize miras kalan iki portre, Carole Durand'ın tablosuyla Pierre Petit'nin bir
fotoğrafı arasında sağduyu hiçbir tereddüt göstermez: Yağlı boya tablonun sahip
olduğu "iç" benzerliğe rağmen doğru olan, yalnızca fotoğraftır. Aynı
şekilde sağduyu için mulaj, heykeltraş- lıktan daha doğrudur.
Ancak
biraz düşünme, bu bakış açısını aşma imkanını verecektir. Son derece küçük bir
zaman aralığında, saatte 120 kilometre hızla giden bir otomobilin fotoğrafını
çekerseniz elde ettiğiniz resim, nesnesine "sadık" olmakla birlikte
"yalancı"dır, çünkü size mutlak olarak hareketsiz bir nesnenin
izlenimi verecektir. Buna karşılık Gericault'nun Epsom Derbi- si adlı tablosunda, karınları yere
değer gibi dört nala koşan atları hayranlıkla seyretmekteyiz. Bu tabloda
sözünü ettiğimiz canlılık havası tam bir "sadakatsizlik"e rağmen
verilmektedir. Hiçbir zaman hiçbir at, bu ressamın eserinde olduğu gibi ön
ayakları arka ayaklarının bir uzantısıymış gibi koşmamıştır. Aynı şekilde
Rodin'in Yürüyen
Adam'ı, doğru olsa
bile, gerçek değildir. Çünkü, gerçek yürüyüşte iki ayak hiçbir zaman birlikte
yere basmaz, onlardan biri mutlaka havada olur (Gerçekten fotoğraflarda,
yürüyen bir adam sanki sekiyormuş gibi bir havaya sahiptir). O halde sanatın
doğrusu, kopya veya yansı değildir, kurma ve değiştirmedir. Sessizliğin Sesi'nde Andre Malraux şöyle demektedir:
"Sanat, kendisiyle biçimlerin üslup olduğu şeydir." Doğru, stilize
edilmiş kaba gerçeklik değildir; zihin tarafından değiştirilmiş, yeniden
düşünülmüş gerçekliktir.
Aynı şekilde bilimsel doğru,
kavramlar aracılığıyla deneyimin tam olarak yeniden inşa edilmesini
gerektirir. Olaylar sadece kendi aralarında zorunlu yasalarla birbirlerine
bağlı değildir; doğru yargı, olayı, ancak deneysel teknikler yoluyla yakalar.
Örneğin, en basit ve en ilkel görünen "Bu sabah saat sekizi beş geçe
sıcaklık on yedi dereceydi" cümlesi, yüksek bir soyutlama derecesi ve
çeşitli deneysel teknikleri -önce zamanın ölçümü ile ilgili teknikleri, daha
sonra termometrenin kullanılmasını- gerektirir. Beni dinleyenin bu
yargının anlamını anlaması için benim santigrad derecesinden söz ettiğimi, sıcaklığın cisimleri genleştirdiğini ve "Sıcaklık, on yedi derecedir" dediğimde pencereye koyduğum derecelendirmiş bir cetvele bağlı küçük bir tüpteki alkol yüksekliğini kastettiğimi bilmesi gerekir. Sıcaklığın on yedi derece olduğunu söylemek, özel bir dil kullanmaktır. Söz konusu yargım, kendisi de genleşme kuramını gerektiren termometre tekniğine gönderme yapar. "Bir alet, maddeleşmiş bir kuramdan başka bir şey değildir" (Bachelard). Doğru yargı tüm bir teknik biçim vermeler ve zihinsel işlemler ağıyla gerçeği başka bir plana aktarır ve yeniden inşa eder. Eğer doğru, "işlemsel" ise, doğrunun ölçütünü veren şey işlemin pratik başarısı değil midir? Şimdi inceleyeceğimiz de işte bu "pragmatik" bakış açısıdır.
yargının anlamını anlaması için benim santigrad derecesinden söz ettiğimi, sıcaklığın cisimleri genleştirdiğini ve "Sıcaklık, on yedi derecedir" dediğimde pencereye koyduğum derecelendirmiş bir cetvele bağlı küçük bir tüpteki alkol yüksekliğini kastettiğimi bilmesi gerekir. Sıcaklığın on yedi derece olduğunu söylemek, özel bir dil kullanmaktır. Söz konusu yargım, kendisi de genleşme kuramını gerektiren termometre tekniğine gönderme yapar. "Bir alet, maddeleşmiş bir kuramdan başka bir şey değildir" (Bachelard). Doğru yargı tüm bir teknik biçim vermeler ve zihinsel işlemler ağıyla gerçeği başka bir plana aktarır ve yeniden inşa eder. Eğer doğru, "işlemsel" ise, doğrunun ölçütünü veren şey işlemin pratik başarısı değil midir? Şimdi inceleyeceğimiz de işte bu "pragmatik" bakış açısıdır.