En basit cevap şudur: Doğru yargı, kendi iç özelliklerinden tanınır.
Onun kendisi, doğru olduğunu gösterir. Apaçık oluşuyla doğru olduğunu ortaya
koyar. Bu, Spinoza'nın görüşüdür (Etika II, 43): "Doğrunun işareti bizzat kendisidir. Doğru
bir fikre sahip olan, aynı zamanda doğru bir fikre sahip olduğunu bilir ve
bilgisinin doğruluğundan şüphe edemez. Doğru bir fikirden daha açık ve daha
kesin hangi doğruluk ölçütümüz olabilir? Nasıl ışık hem kendini, hem de
kendisiyle birlikte karanlıkları gösterirse, doğrunun da ölçütü kendisidir ve
o aynı zamanda yanlışın da ölçütüdür."
Spinoza için olduğu gibi Descartes
için de apaçık görünen açık ve seçik bir fikir, doğru bir fikirdir ve bundan
öteye gitmek mümkün değildir. Spinoza, "Açık ve seçik fikirler asla yanlış
olamaz" der. Descartes da kendi payına şunları yazar: "Ve şu düşünüyorum, o halde varım doğrusunun şüphecilerin en acayip
varsayımlarının bile gücü yetmeyecek derecede sağlam ve emin olduğunu görerek
bu doğruyu, aradığım felsefenin ilk ilkesi olarak kabul etmeye tereddütsüz
karar verdim. Bundan sonra genel olarak bir önermenin doğru ve şüphesiz olması
için gereken şeyi gözden geçirdim. Çünkü madem ki böyle olduğunu bildiğim bir
önerme bulmuştum, o halde bu kesinliğin neden ibaret olduğunu bilmem
gerektiğini de düşündüm. Ve bütün bunların ona uymadığını farkettim: Düşünüyorum, o halde varım'da düşünmek için var olmak gerektiğini
açıkça görmemden başka bana doğruyu söylediğimi temin eden bir şey
bulunmadığını görerek pek açıkça ve pek seçikçe kavradığımız şeylerin hep
doğru olduğunu genel bir kural olarak kabul edebileceğime hükmettim" (Yöntem Üzerine Konuşma, IV).
Ancak bu doğruluk anlayışı tehlikeli
olabilir, çünkü apaçıklık iyi tanımlanmamıştır. Biz bir apaçıklık duygusu
duyarız, bir apaçıklık izlenimine sahibizdir. Ancak bu izlenime mutlak bir
değer vermeli miyiz? Descartes bu güçlüğü hissetmiştir, çünkü açık ve seçik
fikirlerimizin doğru olduğunu tasdik ettikten sonra, seçik olduklarını
düşündüğümüz fikirlerin hangileri olduğunu belirlemede bir güçlük olduğunu
kabul etmiştir.
Gerçekten yaşanan kesinlik izlenimi,
yargının doğru olduğunu söylemek için yeterli değildir. Çünkü biz doğruya sahip
olduğumuza inanabiliriz, ancak yanılgı içinde olabiliriz. Çok içten ve çok
güçlü bir kesinlik duygusuna sahip olabilirim, ama yanılabilirim. Bu,
doğruluk-apaçıklık kuramına ciddi bir itirazdır.
Yanlış apaçıklıkları doğru
apaçıklıklardan nasıl ayırt edebiliriz? Ölçütün zorunlu olduğu yer burasıdır.
Leibniz şöyle demiştir: "Descartes doğruyu apaçıklık hanına yerleştirmiş,
ancak bu hanın adresini vermeyi unutmuştur." Çoğu kez tutkular,
önyargılar, gelenekler sahte apaçıklıklar verir. En bildiğimiz, en alışık
olduğumuz görüşleri açık ve seçik şeyler olarak alma eğilimindeyizdir. Albert
Bayet'nin dediği gibi, "Fazla apaçık fikirler, çoğunlukla ölü
fikirlerdir". Buna karşılık yeni, devrimci fikirler kendilerini güç kabul
ettirirler. Apaçıklık, sözüm ona apaçıklık, yani oturmuş gelenekler ve
alışılagelen düşünceler adına konformizmlerine kurulmuş resmi düşünürler, yeni
fikirlerin büyük yaratıcılarını her zaman eleştirmişlerdir. Eski kimyacılar,
Lavoisier7 nin keşifleriyle alay etmiş oldukları
gibi Fransız Bilimler Akademisi, Pasteur'le dalga geçmiştir. En verimli doğrular, hemencecik kendilerini kabul ettirmek şöyle dursun, şaşkınlık ve rezalet çığlıkları arasında ileri sürülmüşlerdir. Apaçıklık, kesinlik duygusu doğruya nesnel bir temel sağlaması mümkün olmayan tamamen öznel, sırf psikolojik bir veridir.
gibi Fransız Bilimler Akademisi, Pasteur'le dalga geçmiştir. En verimli doğrular, hemencecik kendilerini kabul ettirmek şöyle dursun, şaşkınlık ve rezalet çığlıkları arasında ileri sürülmüşlerdir. Apaçıklık, kesinlik duygusu doğruya nesnel bir temel sağlaması mümkün olmayan tamamen öznel, sırf psikolojik bir veridir.