Aenesidemos şüpheci kanıtları Sextus Empiricus'un sayısını beşe indirdiği on başlık altında gruplandırmıştır. Montaigne, Pascal, daha sonra Anatole France'da karşılaşılan bu kanıtları bilmemiz gerekir.
a) Görüşlerin çelişmesi
Filozofların görüşlerinin birbirleriyle
çelişmesi olayından (Örneğin Herakleitos'un gerçeğin salt değişmeden ibaret
olduğunu söylemesine karşılık Parmenides değişmeyi inkar etmekteydi) etkilenen
şüpheciler, tek ve evrensel olması gereken doğruya ulaşamayacağımız karamsar
sonucuna varmaktaydılar. Şüpheciler bazen büyük gezginler olmuşlardır: Çok
çeşitli insanların birbirine zıt görüşler savunduğunu, farklı değerleri
benimsediğini görmeleri sonucunda artık hiçbir şeye inanmamışlardır. Örneğin
Pyrrhon çok sayıdaki askeri seferinde Büyük İskender' e eşlik etmişti.
Montaigne Almanya'yı, İtalya'yı ziyaret etmiş, özellikle
"kütüphane"sinde sayısız ve çok farklı sistemler arasında yolculuk
yapmıştı. Pascal, Montaigne'nin şüpheci temalarını yeniden ele alır:
"Pireneler'in bu tarafında doğru olan, öbür tarafında yanlıştır."
b)
Sonsuza
kadar geriye gidiş
Bir doğru, kanıt olmaksızın, doğru
olarak kabul edilemez. Çünkü doğrunun, "kölelerin vücuduna vurulan ve
onları sahiplerinden kaçtıklarında tanımaya yarayan damgaya benzer" bir
işareti yoktur. Bir iddiayla ilgili bir kanıt önerdiğimde, şüpheci bana
"Kanıtı kanıtla!" diyecektir. Bu iddiayı kanıtlamak için getireceğim
kanıtın kendisi bir başka kanıta, bu kanıt da bir başkasına ihtiyaç gösterecek
ve böylece sonsuza gidilecektir.
Öte yandan en ufak bir şeyi bilmek için sonsuza kadar geri
gitmek, yani bu veriyi sonsuz sayıda başka verilerle ilişki içine sokmak
gerekir. Çünkü her şey başka şeylerle ilişki içindedir ve en ufak bir şeyi
bilmek için onun tüm evrenle ilişkisini bilmek gerekir. Biz hiçbir şeyin
bütününü bilmeyiz, bu demektir ki hiçbir şey bilmeyiz.
c) Doğrulanamaz postülalar kabul etme
zorunluluğu
Kanıttan
kanıta sonsuza kadar geriye gidemediğimiz için zihin her zaman bir kanıt olmaksızın,
doğruluğu garanti edilmemiş basit bir varsayımı bir hareket noktası olarak kabul
eder.
d) Dialel (diallelön: "birbiriyle")
Kısır
döngülerden sakınarak akıl yürütmek mümkün değildir. Örneğin, b nin doğru olduğunu farz ederek a nın doğru olduğunu kanıtlarım, a nın doğru olduğunu farz ederek de b nin doğru olduğunu kanıtlarım.
Hiçbiri bana a
priori olarak
verilmiş olmayan önermeleri birbirleriyle kanıtlamam ise bir kısır döngü içine
düştüğüm anlamına gelir. En kusursuz kısır döngü şudur: Aklımın değerini
kanıtlamak için akıl yürütmem, yani tam da değeri şüpheli olan söz konusu aklı
kullanmam gerekir. Montaigne'nin dediği gibi buyurun dolaba!
e) Her görüş, görelidir.
Protagoras
"insan her şeyin ölçüsüdür" diyordu. Anatole France, bu ünlü sözü
şöyle yorumlamaktaydı: "insan, evrenle ilgili olarak ancak insanileşecek
şeyi bilir. O ancak şeylerin insaniliğini bilir." Evren hakkında her
iddia, bu iddiayı ileri sürene göredir. Sokrates Protagoras'ın tezini şöyle
yorumlamaktaydı: "Aynı rüzgarın içimizden birini ürpertmesi, diğerini
ürpertmemesi bazen başımıza gelmez mi? O zaman tek başına ve kendisi bakımından
rüzgar hakkında ne diyeceğiz? O serin midir, serin değil midir? Veya Protago-
ras'ın dediği gibi o, ürperen insan için serin olup, ürpermeyen insan için
serin değil midir?" Aynı bir nesne ile ilgili iddia sadece bireyden
bireye değişmekle kalmaz, aynı insanda onun içinde bulunduğu ana göre (Dünya
neşeli veya üzgün olmama bağlı olarak bana farklı görünür), hatta gözlem
noktasına göre değişir (Yakından bakıldığında kare olan bir kule uzaktan
yuvarlak görünür). Şüphecilere göre nesnel doğrular yoktur, yalnızca tümüyle
farklı öznel görüşler vardır.
Şüphecilik konusunda ne düşünmeliyiz? "Yürüyerek hareketin
varlığını kanıtlayan" insanlar gibi bugün bütün yetkili kişilerin
oybirliği ile kabul ettikleri doğruların varlığını kabul ederek çağdaş bilimin,
şüpheciliği çürüttüğü gerçeğine işaret edebiliriz. Ancak daha temel bir
eleştiri olarak, şüpheciliğin kendi kendisiyle çelişki içinde olduğunu söyleyebiliriz.
Çünkü şüphecilik, bilgi hakkında doğru bir kuram olduğunu ileri sürmektedir;
doğrunun ulaşılmaz bir şey olduğunun doğru olduğunu söylemekse, en azından bir
doğrunun varlığını kabul etmek ve böylece kendi tezini yalanlamaktır. Ortaya
konan her düşünce -hatta kendi kendime belirttiğim bir düşünce- bir doğruyu
hedefler, doğru olduğunu düşünür ve gizil olarak kendi değerini ortaya koymaya
yönelir.