Aristoteles ve Öykünmenin Zevki


Aristoteles
Şiir sanatının kökeni ve insanların bu sanattan aldığı zevkin doğası üzerine kaleme alınmış bu kısa metin, Poetika'nın en ünlü ve en fazla yorumlanan metinlerin-den biridir. Aristoteles, bu yapıtı temel alınarak sanat kuramının babası kabul edilmiştir. Bu kurama göre sanat bir öykünmedir, bir modelin tıpatıp kopyasıdır, sanattan alman zevk de bu kopyanın kusursuzluğunun insanda uyandırdığı hayranlık ve bu kopyanın zararsız bir canlandırma nesnesine indirgenmiş olması dolayısıyla insanın bir an için gerçekliğin baskısından kurtulmasının sağladığı rahatlamadır. Ayrıca, Aristoteles'in sözü-nü ettiği, kusursuz bir ölü hayvan imgesinin bize verdiği zevkin an-cak, sanatçının üstün becerisiyle ve ürettiği işin gerçekdışı özellikte olması, bunun da huzursuz olan izleyiciyi bir şey yapma zorunluluğundan kurtarmasıyla açıklanabileceği ileri sürülür.
Bununla birlikte, Aristoteles'in bu şekilde anlaşılması, onun gerçek düşüncesini yansıtmaktan uzaktır: Aristoteles'e göre öykünme, sanatçının gördüğü şeyi büyük bir dikkatle canlandırması, imgenin sağladığı bütünüyle edilgen zevk de izleyicinin gerçeklikten uzaklaşıp düşsel bir dünya içine dalması değildir. Tam tersine, öykünme, burada, ayrıntıyla ilgili, rastlantısal olan her şeyi dışlayıp modelin özünü korur; bu anlamda da bir tanıma; bilgilenme edimidir. İzleyicinin kendi hesabına aldığı zevk de sonuçta, bilgi edinmenin sağladığı zevktir: bir modelin sanatçı tarafından canlandırılması, varlığın, ayrıntı olan her şeyin bir yana bırakılıp, özünü oluşturan belirli şeyleri koruyarak yapılmış bir tanımlaması gibi düşünülebilir. Yapıtta, modelin özünün canlandırılmış biçimini gören izleyici, modele geri döndüğünde onu kolaylıkla tanıyabilir. Sanat böylece, gerçeklikten kaçmayı değil, onu daha iyi anlamayı sağlamış olur.

Metnin bu biçimde anlaşılması burada daha kolay hale gelmiştir, çünkü, Poetika'nın adı yukarıda geçen basımın çevirmenleri, öteden beri süregelen bir geleneği, mimesis terimini ''öykünme" sözcüğü ile karşılama geleneğini bir yana bırakıp, onun yerine uzaklık ve soyutlama anlamlarını içeren "canlandırma" (betimleme, temsil etme) sözcüğünü kullanmışlardır.

Ne var ki bu konuda, seçilen çeviri biçimi ne olursa olsun, mimesis sözcüğünün, deneyim aşamasmda 'özel ve olumsal' ile gölgelenen, 'genel ve gerekli'yi gözler önüne sermiş olduğunu anımsamak ye- terlidir (Bkz. metin no. 11).


"Şiir sanatı bütünü içinde varlığını, her ikisi de doğal, iki nedene borçlu gibi görünür.
İnsanların doğasında, çocukluktan başlayarak, aynı zamanda hem canlandırma eğilimi -ve insan öteki hayvanlar-dan, canlandırmaya karşı özel bir yatkınlığa sahip olmakla ve öğreniminin başlangıcında canlandırılmış şeylere başvurmasıyla ayırt edilir-, hem de kendisine canlandırma olarak sunulmuş şeylerden zevk alma eğilimi olduğu görülür. Bu olgunun pratik deneyimde bir örneğini şunda görürüz: şeylerin, gerçeklikte bakılması bize en zor gelen görünüşlerinin, örneğin bir hayvanın son derece çirkin biçimlerinin ya da kadavraların en özenli biçimde yapılmış imgelerine bakmaktan zevk alırız; bunun nedeni, öğrenmenin yalnızca filozoflar için değil, aynı zamanda öteki tüm insanlar için de (ne var ki aralarındaki ortaklık çok az şeyle sınırlıdır) bir zevk oluşudur; gerçekten, insan imgelere bakmaktan zevk alıyorsa, bu onun, bakarken bilmeyi öğrenmesinden ve "bu şey, odur" dediğinde, kendini o şeyin ne olduğunu artık biliyor kabul etmesinden kaynaklanır. Çünkü o şeyi daha önce görmemiş olsa, onun canlandırılmış biçimi ona zevk vermez ve söz konusu zevk, ortaya konan bitmiş işte kullanılan renkten ya da benzeri bir başka nedenden kaynaklanmış olur. "

Aristoteles, Poetika. Böl. IV, 48b4-19.

Please Select Embedded Mode To Show The Comment System.*

Daha yeni Daha eski