ters-ütopya


Esasen bir karşı-ÜTOPYA (veya kakotopya) olan ters-ütopya formu kendi içinde bir çeşit paradoks barındırır. Bazı yorumcular, ters-ütopya ile karşı-ütopya arasında ayrım yaparken, ters-ütopyaların ilerici değişime olanak tanıdığım, karşı-ütopyalarınsa böyle bir olanak barındırmadığını öne sürer. Nasıl bir sınıflandırma benimsersek benimseyelim, ilk yazılan ütopyalar muhtemelen Aristophanes tarafından kaleme almanlar gibi komik ters-ütopyalardır. Bu türden eserler topluma veya halka yönelik bazı reformlardaki iyi niyetin parodileştirildiği hicivler gibidir (bkz. EREWHON). Romantik döneme gelindiğindeyse, ters- ütopya adeta Avrupa toplumuyla özdeş hale gelmiştir. Hall’un Mundus Alter et idem'i [Farklı ve Aynı Dünya]; Swift’in GULLIVER’İN SEYAHATLERİ, Diderot’nun BOUGAINVILLE’İN YOLCULUĞUNA EK’i ile Foigny’nin GÜNEYDEKİ BİLİNMEYEN TOPRAKLARIN YENİDEN KEŞFİ, bu dönemde kaleme alınmış ve “el değmemiş” adaların emniyeti üzerinden din, hukuk ve toplumsal örgütlenmenin eleştirildiği ters-ütopyalardır. “Soylu vahşi” fikrinin vücut bulduğu bu eserlerin izine, 19. yüzyıl sonuna kadar, Romantik ve MARKSİST ütopyacılık unsurlarında da rastlanır. Bununla birlikte, ters ütopya rüştünü tam anlamıyla 20. yüzyılda ispatlamıştır; bunda BÜROKRATİK toplum ve sosyal planlama fikrinin (bkz. GERİYE BAKIŞ, ŞEHİR DEVLET, LE CORBUSIER), Kuzey AMERİKA, Batı Avrupa ile Sovyetler Birliği’ndeki ilerleme anlayışının temelinde yatan fikirler olarak yükselmesinin kısmen payı vardır.

Bu türden ters-ütopyaların üzerinde yeterince durulmamış ilk örneklerinden biri, Richter’in, herkesin eşit miktarda yemeği aynı anda yediği totaliter sosyalizmin sakıncaları üzerine bir hiciv olan Pictures of a Socialistic Future [Sosyalist bir Gelecekten Tablolar] (1891) adlı eseridir. Bir diğer örnekse, Gregory’nin girift yasalara riayet etmeyen ve bunları anlamayanların tımarhaneye gönderildiği bir ülkeyi tasvir ettiği Meccania the Super State [Süper Devlet Meccania] (1918) eseridir. WELLS’in When the Sleeper Wakes [Uyuyan Uyanınca] (1899), Forster’in When the Machine Stops [Makine Durunca] (1909), Zamyatin’in Biz (1924), Kafka’mn Dava (1925) ve Şato (1926), Huxley’nin Cesur Yeni Dünya (1932) ve Orwell’in 1984 (1949) adlı eserlerinin yanısıra, Metropolis (1926) ve Modern Zamanlar (1936) gibi filmler, bu türün daha iyi bilinen örnekleri arasındadır. Bu yapıtların çoğu Stalinizm, teknokrasi, bürokrasi ve dünyanın insaniyetsizleşmesini eleştirmek üzere “gerçekçi” kâbuslar sunan BİLİMKURGU yapıtlarıdır. Ters-ütopyanın, ütopya romanın eski yaygınlığı ve önemini yitirdiği bu dönemde yükselişe geçmiş olması paradoksaldır. Yine de, bu uzay kovboyu bilimkurgu türleri farklı türden bir yaratıcı fantezi yazımını meşrulaştırmıştır. O halde, ters-ütopyanın artık peri masallarına veya merkezi planlamaya inanmayan bir okur kitlesi için yazılan bir çeşit alaycı ütopya olduğu öne sürülebilir. Ters ütopyanın odağındaki fikir, burasının, ne okurun ne de yazarın içinde yaşamak istediği türden bir dünya olduğudur. Dolayısıyla, bu dünya ters-ütopyada uyarı kabilinden bir masal çerçevesinde yer bulur.

Çoğu ters-ütopyada, insan özgürlüğüne dair sorunlar güçlü bir devlet, teknolojik bir matris veya askeri-endüstriyel bir kompleks zemininde ele alınır. Bununla birlikte, çoğunlukla nükleer savaş, çevresel tahribat veya nüfus patlaması gibi tehlikeler üzerine kurulan, kıyamet sonrası bir ters-ütopya alt-türü de vardır. 1980’lerden bu yana siber punk bilimkurgu türünde, film, bilgisayar oyunları vs. uygulamalarıyla birlikte, büyük şirketlerin tahakkümü ve vahşi piyasa işletmeciliği kabilinden tehlikeler bilhassa vurgulanmaktadır. Gibson’ın Neuromancer [Matrix Avcısı] (1986), Stephenson’ın Snow Crash [Kar Çarpışması] (1992), Barry’nin Jennifer Government [Jennifer Hükümeti] (2003) ile Morgan’m Market Forces [Piyasa Güçleri] (2004) bu türün örnekleri arasında sayılabilir. Bu anlamda, güncel ters-ütopyalar (tüketimcilik ile metalaşmanın yanısıra) belli örgütsel biçimlerin tahakkümünü de konu alır.

Ütopyalar gibi, ters-ütopyalar da üretildikleri bağlamı yansıtır. Ne var ki, bu durum, ütopyaların ters-ütopyaya ve ters-ütopyaların da ütopyaya dönüşmesi ihtimalini gündeme getirir. More’un Ütopya’sında (1516), tasvir edilen yeri iyi bir yer olarak tahayyül etmeyi güçleştiren katı bir ahlakçılık söz konusudur. Bu kitapta yer verdiğimiz ütopyaların çoğunun konusunu ölçüyü aşan cezalar, cinsellik ile toplumsal cinsiyete ilişkin yasaklar, tekbiçimlilik, hiyerarşik rejimler vs. oluşturuyor. Aynı şekilde, More da Huxley’yi okusaydı, Cesur Yeni Dünya’yı bütün itaatkâr yurttaşların mutluluk, emniyet ve istikrarını temin eden, iyi işleyen bir rejim olarak anlardı. Nitekim sonraları Skinner, WALDEN İKİ (1949) adlı eserinde tam da böyle bir rejimi tasvir etmiştir (Gerçi Huxley buna, perspektifi bir kez daha tersine çevirdiği bir ütopya olan ADA’yla karşılık verir). Günümüz ters-ütopyalarmda da insanın failliği ve bireyselliğine dair mesajlara yer verilir ve bu eserlerde yer bulan karakterler, çoğu ütopyayı tanımlayan yerleşik düzenleme ve refaha tezat oluşturur biçimde, genellikle aktif mücadelelerde yer alır. Le Guin’in MÜLKSÜZLER’i (1974) ve Piercy’nin ZAMANIN KIYISINDAKİ KADIN’ı (1976) gibi ütopyalarda dahi, romana anlatısal dinamizmini veren bariz ters-ütopyacı tezatlara rastlanır. Ters-ütopy acılığın yükselişinin, başlı bağına nihai ütopya ihtimaline karşı bir uyarı, dolayısıyla ilkeli bir realizmin yüzeysel iyimserlik karşısındaki zaferinin bir göstergesi olduğunu söylemek mümkündür.

Please Select Embedded Mode To Show The Comment System.*

Daha yeni Daha eski