Boethius

Hapishanede idam gününüzü bekleyen bir mahkûm olsaydınız, kalan günlerinizi bir felsefe kitabı yazarak geçirir miydiniz? Boethius'un yaptığı tam olarak buydu. Yazdığı bu kitap, daha sonra en ünlü kitabı haline geldi.

Tam adıyla Ancius Manlius Severinus Boethius (475-525), son Romalı filozoflardan biriydi. Roma barbarlar tarafından ele geçirilmeden yalnızca 20 yıl önce öldü. Fakat Roma henüz onun yaşadığı dönemde baş aşağı gitmeye başlamıştı. Romalı meslektaşları Cicero ve Seneca gibi o da felsefenin bir soyut düşünce disiplini olmasının yanı sıra, bir tür kişisel gelişim, yaşamı daha iyi kılabilmenin pratik bir yolu olduğunu düşünüyordu. Eserlerini Latinceye çevirdiği antik Yunan filozofları Platon ve Aristoteles ile bir bağlantı sağlamış, düşüncelerinin sonsuza dek yok olma tehlikesi altında olduğu bir zamanda onları canlı tutmuştur. Bir Hıristiyan olan Boethius'un yazdıkları, kitaplarını ortaçağda okuyan birçok dindar filozofa hitap ediyordu. Böylece felsefesi, Yunan ve Romalı düşünürler ile ölümünden sonra yüzyıllar boyunca Batı'yı etkisi altına alacak olan Hıristiyan felsefesi arasındaki köprü haline geldi.

Boethius'un hayatı iyi ve kötü şansın karışımından oluşuyordu. O zamanlar Roma'yı yöneten Got Kral Teoderik, Boethius'u konsül makamına getirdi. Ayrıca, özel bir onur vererek Boethius'un bu makama kendi başarılarıyla yükselemeyecek kadar genç olan oğullarını da konsül yaptı. Boethius için her şey yolunda gidiyor gibi görünüyordu. İyi bir aileden geliyordu, zengindi ve herkes ona övgüler yağdırıyordu. Bir yolunu bulup devlet işlerinden felsefe çalışmalarına da vakit ayırabiliyordu ve hem verimli bir yazar hem de çevirmendi. Harikulâde zaman geçirmekteydi. Ama sonra talihi tersine döndü. Teodorik'e karşı komplo kurmakla suçlanarak Roma'dan Ravenna'ya gönderildi.

Burada hapsedildi, işkence gördü ve boğularak, ölesiye dövülerek idam edildi. Her zaman
masum olduğunu söylediyse de kendisini suçlayanları ikna edemedi.

Yakında öleceğini bilen Boethius hücresindeyken ölümünden sonra ortaçağın en çok satan kitaplarından biri olacak Felsefenin Tesellisi'ni yazdı. Kitap, Boethius'un hapishane hücresinde kendi haline üzülmesiyle başlar. Boethius birdenbire kendisine yukarıdan bakan bir kadını fark eder. Kadının boyu ortalamayken, birden gökyüzünden daha yükseğe ulaşmış görünür. Yunan harfleri pi'den teta'ya doğru yükselen bir merdiven işlenmiş, yırtık pırtık bir elbise vardır üzerinde. Bir elinde hükümdar asası, diğerinde ise kitaplar tutmaktadır. Bu kadın, aslında felsefenin ta kendisidir. Kadın konuştuğunda, Boethius'a neye inanması gerektiğini söyler. Onu unuttuğu için Boethius'a kızgındır ve kendisine yapılanlar karşısında nasıl tepki vermesi gerektiğini anlatmak için oraya gelmiştir. Kitabın geri kalanı Tanrı ve talih hakkında aralarında geçen konuşmadır. Kitabın bir kısmı düzyazı, bir kısmı da şiir biçimindedir. Kadın, yani Felsefe, Boethius'a tavsiyelerde bulunur.

Felsefe, Boethius'a talihin her zaman değişebileceğini, buna şaşırmaması gerektiğini söyler. Bu, onun doğasıdır. Dönektir. Çarkıfelekte bazen en tepede, bazen en altta olursunuz. Varlıklı bir kral bir gün kendini yoksul bulabilir. Boethius işlerin böyle yürüdüğünü kabullenmelidir. Talih gelişigüzeldir. Bugün şanslı olman, yarın da şanslı olacağın anlamına gelmez.

Felsefe, mutluluklarını böylesine değişken bir şeye bağladıkları için fanilerin budala olduklarını açıklar. Gerçek mutluluk yalnızca içten, insanın kontrol edebileceği şeylerden gelir; kötü şansın yok edebileceği bir şeyden değil. Bu, 5. Bölümde değindiğimiz Stoacı yaklaşımdır. İnsanlar bugün başlarına gelen kötü olaylara karşı "filozofça bir tutum" takındıklarını söylediklerinde bunu kastederler; ebeveynlerinin kim olduğu veya hava durumu gibi kontrolleri dışında olan şeylerden etkilenmemeye çalışırlar. Felsefe Boethius'a şunu söyler: Hiçbir şey kendi içinde kötü değildir; her şey onun hakkında nasıl düşündüğünüze bağlıdır. Mutluluk, dünyanın değil, aklın bir durumudur; Epiktetus'un kendisininmiş gibi kabul edebileceği bir düşünce.

Felsefe, Boethius'un kendisine geri dönmesini ister. Boethius 'a hapiste öldürülmeyi bekliyor olsa da tam anlamıyla mutluluğu tadabileceğini söyler. Felsefe, onun acılarına çare olacaktır. Söylemek istediği zenginliğin, gücün ve saygınlığın gelip geçici olduğu için değersiz olduğudur. Hiç kimse mutluluğunu böyle kırılgan temellere oturtmamalıdır. Mutluluk daha sağlam bir şeyden, kaybedilemeyecek olandan gelmelidir. Boethius öldükten sonra yaşamaya devam edeceğine, mutluluğu önemsiz dünyevi şeylerde aramanın hata olduğuna inanıyordu. Nasıl olsa öldüğünde hepsini kaybedecekti.

Peki o zaman Boethius gerçek mutluluğu nerede bulabilirdi? Felsefenin cevabı, gerçek mutluluğu Tanrıda veya iyilikte bulacağıydı (daha sonra ikisinin aynı şey olduğu ortaya çıkar). Boethius Hıristiyanlığın ilk dönemlerinde yaşamıştı ama Felsefenin Tesellisi’nde Hıristiyanlıktan bahsetmemişti. Felsefenin betimlediği Tanrı, iyiliğin saf formu olan Platon'un Tanrısı olabilirdi. Ama sonraki okurlar, şöhret ve zenginliğin değersizliği ile Tanrıyı memnun etmeye odaklanmanın önemini aktaran Hıristiyan öğretisini fark edeceklerdi.

Kitap boyunca felsefe, Boethius'a aslında bildiği şeyleri hatırlatıyordu. Bu da yine Platon'dan gelen bir şeydi, çünkü Platon tüm öğrenmenin daha önceden sahip olduğumuz ideaların anımsanması olduğuna inanıyordu. Aslında hiçbir zaman yeni bir şey öğrenmiyor, sadece belleğimizi tazeliyorduk. Hayat daha önce bildiklerimizi hatırlama mücadelesiydi. Boethius bir düzeyde, özgürlüğünü ve itibarını kaybetmek konusunda endişelenmesinin yanlış olduğunu zaten biliyordu. Bunlar tamamıyla kontrolü dışındaydı. Asıl önemli olan, bulunduğu durum karşısında takınacağı tutumdu, bu da onun seçebileceği bir şeydi.

Ancak Tanrıya inanan birçok insanın kafasını kurcalayan sorun Boethius'un da kafasını karıştırıyordu. Tanrı kusursuz olduğu için gerçekleşmiş ve aynı zamanda gerçekleşecek olan her şeyi biliyor olmalıydı. Tanrıyı "her şeyi bilen" olarak tanımladığımızda bunu kastederiz. Yani eğer Tanrı varsa, bir sonraki dünya kupasını kimin kazanacağını ve birazdan ne yazacağımı biliyor olmalıdır. O, olacak olan her şeyle ilgili önbilgiye sahip olmalıdır. Onun öngördüğü her şey zorunlu olarak gerçekleşmelidir. Kısacası Tanrı şu anda, her şeyin nasıl sonuçlanacağını biliyor olmalıdır.
Bundan da şu sonuç çıkar: Tanrı, henüz ne yapacağımdan ben emin olmasam bile, bir sonraki eylemimin ne olacağını bilmelidir. Ne yapacağıma karar verdiğim anda, önümde farklı olası gelecekler belirir. Eğer bir yol ayrımına gelirsem sola ya da sağa gidebilir, belki de yalnızca oturabilirim. Şu anda yazmayı bırakabilir, gidip kendime kahve yapabilirim. Başka bir seçenek olarak bilgisayarımda yazmaya devam edebilirim. Bu bana kendi kararımmış, yapmayı ya da yapmamayı seçtiğim bir şey gibi gelir. Hiç kimse beni şu ya da bu seçimi yapmaya zorlamaz. Aynı şekilde, eğer isterseniz şu an gözlerinizi kapatmayı tercih edebilirsiniz. Peki Tanrı sonuçta ne yapacağımızı biliyorsa bu nasıl mümkün olabilir?

Eğer Tanrı hem sizin hem de benim ne yapacağımızı biliyorsa, nasıl olur da ne yapacağımız hakkında hakiki bir seçim yapabiliriz? Seçim yalnızca bir yanılsama mıdır? Öyle görünüyor ki, eğer Tanrı her şeyi biliyorsa, özgür iradeye sahip değilimdir. On dakika önce Tanrı önündeki kâğıda "Nigel yazmaya devam edecek" yazmış olabilir. O zaman bu doğrudur, o an bunun farkında olsam da olmasam da zorunlu olarak yazmaya devam ederim Ne var ki Tanrı bunu yapabiliyorsa, bana kendi kararımı kendim vermişim gibi gelse de, hiç kuşkusuz ne yaptığım konusunda bir seçme şansım olmamıştır. Yaşamım en küçük ayrıntısına kadar zaten tasarlanmıştır. Eğer eylemlerimizle ilgili bir seçim yapmamız mümkün değilse, yaptıklarımız yüzünden cezalandırılmamız ya da ödüllendirilmemiz ne kadar adildir? Eğer ne yapacağımızı kendimiz seçemiyorsak, Tanrı cennete gidip gitmeyeceğimize nasıl karar verebilir?

Bu çok kafa karıştırıcıdır ve filozofların paradoks olarak adlandırdığı şeydir. Öyle ki, birinin benim ne yapacağımı bilebilmesi ama ne yapacağımı hâlâ özgürce seçebilmem mümkün görünmez. Bu iki düşünce birbiriyle çelişkili görünür. Yine de eğer Tanrının her şeyi bilen olduğuna inanıyorsanız, her ikisi de akla yatkındır.

Gelgelelim felsefenin, yani Boethius'un hücresindeki kadının birtakım cevapları vardır.
Boethius'a özgür iradeye sahip olduğumuzu söyler. Bu bir yanılsama değildir. Tanrı ne yapacağımızı bilse de yaşamlarımız önceden belirlenmiş değildir. Başka bir deyişle, Tanrının yapacaklarımız hakkındaki bilgisi, önceden belirlenmişlikten (ne yapacağımız konusunda bir seçimimizin olmadığı düşüncesinden) farklıdır. Bir sonraki eylemimizi hâlâ seçebiliriz. Buradaki hata Tanrıyı, zamanda gözler önüne serilen şeyleri gören bir insanmış gibi düşünmektir. Felsefe Boethius'a, Tanrının zamansız, zamanın tamamen dışında olduğunu söyler.

Bunun anlamı, Tanrının her şeyi bir anda kavradığıdır. Tanrı, geçmişi, şimdiyi ve geleceği bir olarak görür. Biz ölümlüler, olayların arka arkaya gerçekleşmesine bağlıyızdır ama Tanrı bunu böyle görmez. Tanrının özgür irademizi yok edip bizi seçim yapma şansı olmayan önceden programlanmış makinelere dönüştürmeden geleceği bilebilmesinin nedeni, onun bizi belirli bir zamanda görmemesidir. O, her şeyi bir anda, bir nevi zamansız olarak görür. Felsefe Boethius'a, Tanrının insanların ne yapacağını önceden bilmesine rağmen, onları nasıl davrandıkları ve yaptıkları seçimler üzerinden yargıladığını unutmamasını söyler.

Eğer felsefe bu konuda haklıysa ve eğer Tanrı varsa, bu cümleyi ne zaman bitireceğimi kesinlikle biliyor ama bu cümleyi burada noktalamak yine de benim özgür seçimim.
Bu arada siz de Tanrının varlığına inanmaya dair iki farklı argümanın incelendiği bir sonraki bölümü okuyup okumamaya karar vermekte hâlâ özgürsünüz.

2 Yorumlar

Please Select Embedded Mode To Show The Comment System.*

Daha yeni Daha eski