Minerva'nın baykuşu ancak gün batarken uçmaya başlar. George Wilhelm Friedrich Hegel'in (1770-1831) görüşüdür bu. Peki, ne anlama gelir? Aslında "bu ne anlama gelir?" sorusu, Hegel'in eserlerini okuyanların kendilerine sık sık sordukları bir sorudur. Hegel'in yazıları korkunç bir zorluk taşır. Bunun bir nedeni tıpkı Kant'ınkiler gibi çoğunlukla oldukça soyut bir dille ifade edilmeleri ve Hegel'in sıklıkla kendi bulduğu terimleri kullanmasıdır. Hiç kimse, hatta muhtemelen Hegel bile tümünü anlamamıştır. Baykuşla ilgili ifade anlaşılması en kolay kısımlardan biridir. Bu onun, bize, insanlık tarihinin akışına dair bilgeliğin ve anlamanın, günün olaylarını gece çöktüğünde gözden geçiren biri gibi olup bitmiş olana dönüp baktığımızda, ancak geç bir aşamada tam anlamıyla geleceğini anlatmanın bir yoludur.
Minerva, Roma bilgelik tanrıçasıdır ve genellikle bilge baykuşla ilişkilendirilir. Hegel'in bilge mi yoksa budala mı olduğu çok tartışılmıştır, ama etkili olduğuna kuşku yoktur. Tarihin belirli bir yolla geliştiğine ilişkin görüşü Karl Marx'a (bkz. 27. Bölüm) esin kaynağı olmuş, Marx'ın düşünceleri yirminci yüzyılın başlarında Avrupa'daki devrimleri harekete geçirdiği için bu sayede tarihte olanları kesinlikle değiştirmiştir. Öte yandan Hegel birçok filozofu da kızdırmıştır. Bazı filozofların onun çalışmalarını, terimleri özensizce kullanma tehlikesine örnek olarak ele aldıkları bile olmuştu. Bertrand Russell (bkz. 31. Bölüm) Hegel'in eserlerini küçümseme noktasına gelmiş, A. J. Ayer ise (bkz. 32. Bölüm), Hegel'in cümlelerinin çoğunun gerçekte hiçbir şey ifade etmediğini belirtmiştir. Ayer için Hegel'in yazıları anlamsız şiir kadar bilgilendirici ama onlar kadar bile çekici değildi. Peter Singer'ın da (bkz. 40. Bölüm) dahil olduğu diğerleri, Hegel'in düşüncesinde muazzam bir derinlik bulmuş ve yazılarındaki güçlüğün, uğraştığı düşüncelerin oldukça özgün ve güç kavranabilir olmasından kaynaklandığını iddia etmişlerdir.
Hegel 1770 yılında, bugün Almanya sınırları içinde bulunan Stuttgart şehrinde doğdu ve monarşinin yıkılıp yeni bir cumhuriyetin kurulduğu Fransız Devrimi çağında büyüdü. Fransız Devrimini "muhteşem şafak" diye adlandırmış ve diğer öğrencilerle birlikte, olayları anmak için devrim anısına bir ağaç dikmişti. Bu siyasi istikrarsızlık ve radikal dönüşüm zamanı, hayatının geri kalanı boyunca onu etkiledi. Temel varsayımların altüst olabileceği, ilelebet sabit kalacak gibi görünen şeylerin değişebileceği duygusunun gerçeğe dönüştüğü zamanlardı. Bunun sağladığı bir içgörü de sahip olduğumuz düşüncelerin yaşadığımız zamanla doğrudan ilişkili olduğu ve kendi tarihsel bağlamlarının dışında tamamen anlaşılamadığı yönündedir. Hegel, kendi yaşadığı zaman diliminde tarihte can alıcı bir aşamaya ulaşılmış olunduğuna inandı. Kişisel düzeyde ise bilinmezlikten şöhrete doğru ilerledi. Varlıklı bir aileye özel öğretmen olarak iş hayatına başladıktan sonra okul müdürü olarak çalıştı. Sonunda Berlin'deki üniversitede profesör olmuştur. Kitaplarının bazıları, felsefesini daha iyi anlamaları için öğrencilerine yardım etme amacıyla yazılmış ders notlarıydı. Ölümüne kadar, döneminin en iyi ve hayranlık verici filozofu oldu. Yazılarının ne kadar güç olabileceği göz önüne alındığında, bu oldukça şaşırtıcıdır. Ama bir grup hevesli öğrencisi, onun öğrettiklerini anlamaya ve tartışmaya, siyasi ve metafizik çıkarımlarını göstermeye kendilerini adamıştı.
Immanuel Kant'ın (bkz. 19. Bölüm) metafiziğinden fazlasıyla etkilenen Hegel, Kant'ın noumenal gerçekliğin fenomenal dünyanın ötesinde yattığı yönündeki görüşünü reddediyordu. Deneyimimize yol açanın algının ötesinde yatan noumena olduğunu kabul etmek yerine, gerçekliği şekillendiren zihnin gerçeklik olduğu sonucuna varmıştı. Onun ötesinde bir şey yoktur. Fakat bu, gerçekliğin sabit bir durumda kaldığı anlamına gelmez. Hegel için her şey bir değişim süreci içindedir ve bu değişim, öz-farkındalıkta, içinde yaşadığımız dönem tarafından sabitlenen öz-farkındalık durumunda aşamalı bir ilerleme biçimini alır.
Bütün tarihi, kendi üzerine katlanan uzun bir kâğıt parçası olarak düşünün. Bu yüzden, orada olup biteni biz, o kendini tümüyle açığa serene kadar gerçekten anlayamayız. Ne de kâğıdın son parçasında yazılı olanı, kâğıt açılıncaya kadar bilebiliriz. Açılma biçiminin temelinde bir yapı mevcuttur. Hegel'e göre gerçeklik, her zaman kendini anlama amacına doğru ilerler. Tarih hiçbir anlamda rastgele değildir. Bir yere doğru gitmektedir. Geriye dönüp baktığımızda, böyle gelişmek zorunda olduğunu göreceğiz. Bu ilk duyduğunuzda tuhaf bir düşüncedir. Bunu okuyan çoğu kişinin Hegel'in görüşünü paylaşmayacağını biliyorum. Tarih, çoğumuz için Henry Ford'un tanımladığına daha yakındır: "Olayların durmadan birbirini izleyip durması." Bütünsel bir plan olmaksızın gerçekleşen bir olaylar dizisi. Tarihi araştırabilir, olayların olası nedenlerini keşfedebilir, gelecekte ne olabileceğine ilişkin tahminde bulunabiliriz. Gelgelelim bu, tarihin Hegel'in düşündüğü şekilde kaçınılmaz bir örüntüye sahip olduğu anlamına gelmez. Onun bir yere doğru gittiği anlamına da gelmez; dahası, aşamalı olarak kendinin farkına varması anlamına kesinlikle gelmez.
Hegel'in tarih üzerine çalışması, felsefesinden ayrı bir etkinlik değildi, onun bir parçasıydı; felsefenin ana parçasıydı. Tarih ile felsefe onun için birbirine geçmiştir. Her şey daha iyi bir şeye doğru yönelmektedir. Bu özgün bir düşünce değildi. Dinler genellikle tarihi, İsa'nın ikinci kez dünyaya gelmesi gibi bir son noktaya gittiğini söyleyerek açıklar. Hegel bir Hıristiyandı, ancak açıklaması geleneksellikten uzaktı. Hegel için nihai sonuç, İsa'nın ikinci kez dünyaya gelişi değildi. Hegel'e göre tarihin bir son hedefi vardı ve bunu daha önce hiç kimse gerçekten kavramamıştı. Bu, aklın yürüyüşü yoluyla Tinin kaçınılmaz olarak, aşama aşama kendisinin bilincine varmasıdır.
Peki ama Tin nedir ve Hegel için kendinin bilincine varmak ne anlama gelir? Almancada
Tin için kullanılan sözcük, Geist'tır. Bilim insanları onun tam anlamı hakkında hemfikir değildir; kimisi "zihin" olarak çevirmeyi tercih eder. Hegel onunla, tüm insanlığa ilişkin tek bir zihin gibi bir şeyi kastediyor görünür. Hegel bir idealistti — Tin ya da Zihnin temel olduğunu ve fiziksel dünyada ifadesini bulduğunu düşünüyordu (onun aksine materyalistler, fiziksel maddenin temel olduğuna inanıyordu). Hegel, dünya tarihini, bireysel özgürlükte aşamalı artışlar üzerinden anlattı. Bireysel özgürlük, başkalarının değilse de bazı insanların özgürlüğü yoluyla herkesin o topluma katkıda bulunmasına izin veren siyasi bir devlette özgür olacağı bir dünyaya doğru ilerliyoruz.
Hegel düşüncede ilerlemeyi sağladığımız yollardan birinin, bir düşünce ile karşıtı arasındaki çatışma olduğunu düşünüyordu. Hegel, kendi diyalektik yöntemini takip ederek hakikate yaklaşabileceğimizi söyler. Önce bir düşünce —tez— ortaya atılır. Sonra karşısına karşıtı konur. Bu, ilk düşünceye meydan okuyan, onun antitezi olan görüştür. İki konumun bu çatışmasından, her ikisini de hesaba katan daha karmaşık üçüncü bir konum, ikisinin sentezi ortaya çıkar. Sonrasında bu durum sıklıkla süreci tekrar başlatır. Yeni sentez bir teze dönüşür, karşısına bir antitez çıkarılır. Tin kendi kendisini eksiksiz bir biçimde anlayana dek süreç devam eder.
Tarihin temel itiş gücü, kendi özgürlüğünü anlayan Tin haline gelir. Hegel bu ilerlemenin izini, eski Çin ve Hindistan'daki despot yönetimler altında yaşayan, özgür olduklarını bilmeyen halklardan kendi zamanına kadar sürer. Söz konusu Doğulularda yalnızca mutlak güce sahip yöneticiler özgürlüğü deneyimliyordu. Hegel'e göre sıradan insanların özgürlüğe dair hiçbir farkındalıkları yoktu. Eski Persler özgürlüğün değerini anlama konusunda biraz daha gelişmişlerdi. Yunanlar tarafından yenilmeleri bu ilerlemeyi getirmişti. Yunanlar, daha sonra da Romalılar, özgürlüğün farkına kendilerinden önce gelenlerden daha fazla varmışlardı. Gelgelelim kölelik devam etmişti. Bu, yalnızca zengin ve güçlülerin değil, bir bütün olarak insanlığın özgür olması gerektiğini tam anlamıyla kavrayamadıklarını gösteriyordu. Tinin Fenomenolojisi (1807) adlı kitabının meşhur bir pasajında Hegel, efendi ile köle arasındaki mücadeleyi tartışıyordu. Efendi, öz-bilinçli bir birey olarak kabul görmek ister ve bunu başarmak için köleye ihtiyaç duyar. Fakat kölenin de kabul görmeyi hak ettiğini onaylamaz. Eşit olmayan bu ilişki, birinin öleceği bir mücadeleye yol açar. Ancak bu süreç kendi kendini baltalayıcıdır. Efendi ve köle en sonunda birbirlerine ihtiyaçları olduğunu ve birbirlerinin özgürlüğüne saygı duymaları gerektiğini kabul ederler.
Hegel gerçek özgürlüğün ancak tinsel değerin farkındalığını tetikleyen Hıristiyanlıkla birlikte olası olduğunu öne sürmüştü. Onun zamanında tarih kendi amacını gerçekleştirmiştir. Tin kendi özgürlüğünün farkına varmış, sonuç olarak toplum, aklın ilkeleri tarafından düzenlenmiştir. Bu onun için çok önemliydi: Hakiki özgürlük sadece tam anlamıyla düzenlenmiş bir toplumdan doğardı. Pek çok Hegel okuyucusunu endişelendiren şey, onun hayal ettiği ideal toplum çeşidinde, güçlü düzenleyicinin toplum görüşüne uymayanların, özgürlük adına bu "rasyonel" yaşam şeklini kabul etmeye zorlanacak oluşudur. Bu kişiler, Rousseau'nun paradoks içeren ifadesiyle "özgür olmaya zorlanacak”lardır.
Tüm tarihin son ürününün, gerçekliğin yapısına ilişkin bir farkındalığa erişen Hegel'in kendisi olduğu ortaya çıkıyordu. Kitaplarından birinin son sayfalarında bunu gerçekleştirdiğini düşünüyor gibidir. Bu, Tinin kendini ilk kez anladığı noktaydı. O halde Platon (bkz. 1. Bölüm) gibi Hegel de filozoflara özel bir konum verir. Hatırlayacaksınız Platon ideal cumhuriyetini filozof kralların yönetmesi gerektiğine inanmıştı. Hegel ise, tersine, filozofların, belirli türden bir kendini-anlamaya eriştiklerini düşünür. Bu aynı zamanda gerçekliği ve tarihin tümünü anlamadır. Delphi'deki Apollon Tapınağı'na kazınmış "Kendini tanı" ifadesini hayata geçirmenin bir başka yoludur. Hegel insani olayların nihai gelişme örüntüsünü fark edecek kişilerin filozoflar olduğuna inanıyordu. Filozoflar diyalektiğin aşamalı bir uyanış üretme yolunu kavrarlar. Birden her şey onlar için açık hale gelir ve insanlık tarihinin bütünün amacı meydana çıkar. Tin, yeni bir kendini anlama safhasına girer. En azından teori böyle der.
Hegel'in pek çok hayranı vardı ama Arthur Schopenhauer onlardan biri değildi. Hegel'in, konusuna dürüst ve ciddi yaklaşmadığı için onun gerçek bir filozof olmadığını bile düşünüyordu. Schopenhauer'a göre Hegel'in felsefesi saçmalıktı. Hegel'e gelince, o da Schopenhauer için "mide bulandırıcı ve cahil" tanımını yapıyordu.
*Felsefenin Kısa Tarihi, Alfa Basın Y. D., Çev: Güçlü Ateşoğlu
Minerva, Roma bilgelik tanrıçasıdır ve genellikle bilge baykuşla ilişkilendirilir. Hegel'in bilge mi yoksa budala mı olduğu çok tartışılmıştır, ama etkili olduğuna kuşku yoktur. Tarihin belirli bir yolla geliştiğine ilişkin görüşü Karl Marx'a (bkz. 27. Bölüm) esin kaynağı olmuş, Marx'ın düşünceleri yirminci yüzyılın başlarında Avrupa'daki devrimleri harekete geçirdiği için bu sayede tarihte olanları kesinlikle değiştirmiştir. Öte yandan Hegel birçok filozofu da kızdırmıştır. Bazı filozofların onun çalışmalarını, terimleri özensizce kullanma tehlikesine örnek olarak ele aldıkları bile olmuştu. Bertrand Russell (bkz. 31. Bölüm) Hegel'in eserlerini küçümseme noktasına gelmiş, A. J. Ayer ise (bkz. 32. Bölüm), Hegel'in cümlelerinin çoğunun gerçekte hiçbir şey ifade etmediğini belirtmiştir. Ayer için Hegel'in yazıları anlamsız şiir kadar bilgilendirici ama onlar kadar bile çekici değildi. Peter Singer'ın da (bkz. 40. Bölüm) dahil olduğu diğerleri, Hegel'in düşüncesinde muazzam bir derinlik bulmuş ve yazılarındaki güçlüğün, uğraştığı düşüncelerin oldukça özgün ve güç kavranabilir olmasından kaynaklandığını iddia etmişlerdir.
Hegel 1770 yılında, bugün Almanya sınırları içinde bulunan Stuttgart şehrinde doğdu ve monarşinin yıkılıp yeni bir cumhuriyetin kurulduğu Fransız Devrimi çağında büyüdü. Fransız Devrimini "muhteşem şafak" diye adlandırmış ve diğer öğrencilerle birlikte, olayları anmak için devrim anısına bir ağaç dikmişti. Bu siyasi istikrarsızlık ve radikal dönüşüm zamanı, hayatının geri kalanı boyunca onu etkiledi. Temel varsayımların altüst olabileceği, ilelebet sabit kalacak gibi görünen şeylerin değişebileceği duygusunun gerçeğe dönüştüğü zamanlardı. Bunun sağladığı bir içgörü de sahip olduğumuz düşüncelerin yaşadığımız zamanla doğrudan ilişkili olduğu ve kendi tarihsel bağlamlarının dışında tamamen anlaşılamadığı yönündedir. Hegel, kendi yaşadığı zaman diliminde tarihte can alıcı bir aşamaya ulaşılmış olunduğuna inandı. Kişisel düzeyde ise bilinmezlikten şöhrete doğru ilerledi. Varlıklı bir aileye özel öğretmen olarak iş hayatına başladıktan sonra okul müdürü olarak çalıştı. Sonunda Berlin'deki üniversitede profesör olmuştur. Kitaplarının bazıları, felsefesini daha iyi anlamaları için öğrencilerine yardım etme amacıyla yazılmış ders notlarıydı. Ölümüne kadar, döneminin en iyi ve hayranlık verici filozofu oldu. Yazılarının ne kadar güç olabileceği göz önüne alındığında, bu oldukça şaşırtıcıdır. Ama bir grup hevesli öğrencisi, onun öğrettiklerini anlamaya ve tartışmaya, siyasi ve metafizik çıkarımlarını göstermeye kendilerini adamıştı.
Immanuel Kant'ın (bkz. 19. Bölüm) metafiziğinden fazlasıyla etkilenen Hegel, Kant'ın noumenal gerçekliğin fenomenal dünyanın ötesinde yattığı yönündeki görüşünü reddediyordu. Deneyimimize yol açanın algının ötesinde yatan noumena olduğunu kabul etmek yerine, gerçekliği şekillendiren zihnin gerçeklik olduğu sonucuna varmıştı. Onun ötesinde bir şey yoktur. Fakat bu, gerçekliğin sabit bir durumda kaldığı anlamına gelmez. Hegel için her şey bir değişim süreci içindedir ve bu değişim, öz-farkındalıkta, içinde yaşadığımız dönem tarafından sabitlenen öz-farkındalık durumunda aşamalı bir ilerleme biçimini alır.
Bütün tarihi, kendi üzerine katlanan uzun bir kâğıt parçası olarak düşünün. Bu yüzden, orada olup biteni biz, o kendini tümüyle açığa serene kadar gerçekten anlayamayız. Ne de kâğıdın son parçasında yazılı olanı, kâğıt açılıncaya kadar bilebiliriz. Açılma biçiminin temelinde bir yapı mevcuttur. Hegel'e göre gerçeklik, her zaman kendini anlama amacına doğru ilerler. Tarih hiçbir anlamda rastgele değildir. Bir yere doğru gitmektedir. Geriye dönüp baktığımızda, böyle gelişmek zorunda olduğunu göreceğiz. Bu ilk duyduğunuzda tuhaf bir düşüncedir. Bunu okuyan çoğu kişinin Hegel'in görüşünü paylaşmayacağını biliyorum. Tarih, çoğumuz için Henry Ford'un tanımladığına daha yakındır: "Olayların durmadan birbirini izleyip durması." Bütünsel bir plan olmaksızın gerçekleşen bir olaylar dizisi. Tarihi araştırabilir, olayların olası nedenlerini keşfedebilir, gelecekte ne olabileceğine ilişkin tahminde bulunabiliriz. Gelgelelim bu, tarihin Hegel'in düşündüğü şekilde kaçınılmaz bir örüntüye sahip olduğu anlamına gelmez. Onun bir yere doğru gittiği anlamına da gelmez; dahası, aşamalı olarak kendinin farkına varması anlamına kesinlikle gelmez.
Hegel'in tarih üzerine çalışması, felsefesinden ayrı bir etkinlik değildi, onun bir parçasıydı; felsefenin ana parçasıydı. Tarih ile felsefe onun için birbirine geçmiştir. Her şey daha iyi bir şeye doğru yönelmektedir. Bu özgün bir düşünce değildi. Dinler genellikle tarihi, İsa'nın ikinci kez dünyaya gelmesi gibi bir son noktaya gittiğini söyleyerek açıklar. Hegel bir Hıristiyandı, ancak açıklaması geleneksellikten uzaktı. Hegel için nihai sonuç, İsa'nın ikinci kez dünyaya gelişi değildi. Hegel'e göre tarihin bir son hedefi vardı ve bunu daha önce hiç kimse gerçekten kavramamıştı. Bu, aklın yürüyüşü yoluyla Tinin kaçınılmaz olarak, aşama aşama kendisinin bilincine varmasıdır.
Peki ama Tin nedir ve Hegel için kendinin bilincine varmak ne anlama gelir? Almancada
Tin için kullanılan sözcük, Geist'tır. Bilim insanları onun tam anlamı hakkında hemfikir değildir; kimisi "zihin" olarak çevirmeyi tercih eder. Hegel onunla, tüm insanlığa ilişkin tek bir zihin gibi bir şeyi kastediyor görünür. Hegel bir idealistti — Tin ya da Zihnin temel olduğunu ve fiziksel dünyada ifadesini bulduğunu düşünüyordu (onun aksine materyalistler, fiziksel maddenin temel olduğuna inanıyordu). Hegel, dünya tarihini, bireysel özgürlükte aşamalı artışlar üzerinden anlattı. Bireysel özgürlük, başkalarının değilse de bazı insanların özgürlüğü yoluyla herkesin o topluma katkıda bulunmasına izin veren siyasi bir devlette özgür olacağı bir dünyaya doğru ilerliyoruz.
Hegel düşüncede ilerlemeyi sağladığımız yollardan birinin, bir düşünce ile karşıtı arasındaki çatışma olduğunu düşünüyordu. Hegel, kendi diyalektik yöntemini takip ederek hakikate yaklaşabileceğimizi söyler. Önce bir düşünce —tez— ortaya atılır. Sonra karşısına karşıtı konur. Bu, ilk düşünceye meydan okuyan, onun antitezi olan görüştür. İki konumun bu çatışmasından, her ikisini de hesaba katan daha karmaşık üçüncü bir konum, ikisinin sentezi ortaya çıkar. Sonrasında bu durum sıklıkla süreci tekrar başlatır. Yeni sentez bir teze dönüşür, karşısına bir antitez çıkarılır. Tin kendi kendisini eksiksiz bir biçimde anlayana dek süreç devam eder.
Tarihin temel itiş gücü, kendi özgürlüğünü anlayan Tin haline gelir. Hegel bu ilerlemenin izini, eski Çin ve Hindistan'daki despot yönetimler altında yaşayan, özgür olduklarını bilmeyen halklardan kendi zamanına kadar sürer. Söz konusu Doğulularda yalnızca mutlak güce sahip yöneticiler özgürlüğü deneyimliyordu. Hegel'e göre sıradan insanların özgürlüğe dair hiçbir farkındalıkları yoktu. Eski Persler özgürlüğün değerini anlama konusunda biraz daha gelişmişlerdi. Yunanlar tarafından yenilmeleri bu ilerlemeyi getirmişti. Yunanlar, daha sonra da Romalılar, özgürlüğün farkına kendilerinden önce gelenlerden daha fazla varmışlardı. Gelgelelim kölelik devam etmişti. Bu, yalnızca zengin ve güçlülerin değil, bir bütün olarak insanlığın özgür olması gerektiğini tam anlamıyla kavrayamadıklarını gösteriyordu. Tinin Fenomenolojisi (1807) adlı kitabının meşhur bir pasajında Hegel, efendi ile köle arasındaki mücadeleyi tartışıyordu. Efendi, öz-bilinçli bir birey olarak kabul görmek ister ve bunu başarmak için köleye ihtiyaç duyar. Fakat kölenin de kabul görmeyi hak ettiğini onaylamaz. Eşit olmayan bu ilişki, birinin öleceği bir mücadeleye yol açar. Ancak bu süreç kendi kendini baltalayıcıdır. Efendi ve köle en sonunda birbirlerine ihtiyaçları olduğunu ve birbirlerinin özgürlüğüne saygı duymaları gerektiğini kabul ederler.
Hegel gerçek özgürlüğün ancak tinsel değerin farkındalığını tetikleyen Hıristiyanlıkla birlikte olası olduğunu öne sürmüştü. Onun zamanında tarih kendi amacını gerçekleştirmiştir. Tin kendi özgürlüğünün farkına varmış, sonuç olarak toplum, aklın ilkeleri tarafından düzenlenmiştir. Bu onun için çok önemliydi: Hakiki özgürlük sadece tam anlamıyla düzenlenmiş bir toplumdan doğardı. Pek çok Hegel okuyucusunu endişelendiren şey, onun hayal ettiği ideal toplum çeşidinde, güçlü düzenleyicinin toplum görüşüne uymayanların, özgürlük adına bu "rasyonel" yaşam şeklini kabul etmeye zorlanacak oluşudur. Bu kişiler, Rousseau'nun paradoks içeren ifadesiyle "özgür olmaya zorlanacak”lardır.
Tüm tarihin son ürününün, gerçekliğin yapısına ilişkin bir farkındalığa erişen Hegel'in kendisi olduğu ortaya çıkıyordu. Kitaplarından birinin son sayfalarında bunu gerçekleştirdiğini düşünüyor gibidir. Bu, Tinin kendini ilk kez anladığı noktaydı. O halde Platon (bkz. 1. Bölüm) gibi Hegel de filozoflara özel bir konum verir. Hatırlayacaksınız Platon ideal cumhuriyetini filozof kralların yönetmesi gerektiğine inanmıştı. Hegel ise, tersine, filozofların, belirli türden bir kendini-anlamaya eriştiklerini düşünür. Bu aynı zamanda gerçekliği ve tarihin tümünü anlamadır. Delphi'deki Apollon Tapınağı'na kazınmış "Kendini tanı" ifadesini hayata geçirmenin bir başka yoludur. Hegel insani olayların nihai gelişme örüntüsünü fark edecek kişilerin filozoflar olduğuna inanıyordu. Filozoflar diyalektiğin aşamalı bir uyanış üretme yolunu kavrarlar. Birden her şey onlar için açık hale gelir ve insanlık tarihinin bütünün amacı meydana çıkar. Tin, yeni bir kendini anlama safhasına girer. En azından teori böyle der.
Hegel'in pek çok hayranı vardı ama Arthur Schopenhauer onlardan biri değildi. Hegel'in, konusuna dürüst ve ciddi yaklaşmadığı için onun gerçek bir filozof olmadığını bile düşünüyordu. Schopenhauer'a göre Hegel'in felsefesi saçmalıktı. Hegel'e gelince, o da Schopenhauer için "mide bulandırıcı ve cahil" tanımını yapıyordu.
*Felsefenin Kısa Tarihi, Alfa Basın Y. D., Çev: Güçlü Ateşoğlu