Nietzsche olağanüstü bir adamdı. Henüz yirmi dört yaşındayken Basel Üniversitesine profesör olarak atandığında, önünde onu saygın bir akademik kariyer bekliyor gibi görünüyordu. Fakat bu eksantrik ve özgün düşünür, uyumlu biri değildi, hayatı kendisi için zorlaştırmak hoşuna gidiyor gibiydi. Sonunda 1879 yılında, kısmen hastalığından dolayı üniversiteden ayrıldı. İtalya, Fransa ve İsveç'e seyahat etti. O dönemde pek kimsenin okumadığı ama günümüzde hem felsefi hem de edebi eserler olarak ün kazanmış kitaplarını yazdı. Sonrasında ruh sağlığı bozuldu ve hayatının son zamanlarını bir akıl hastanesinde geçirdi.
Fikirlerini düzenli bir biçimde sunan Immanuel Kant'ın aksine, Nietzsche okuyucularına her açıdan yaklaşıyordu. Yazılarının çoğu kısa, parça parça paragraflardan ve tek cümlelik yorumlardan oluşuyordu. Bir kısmı ironik, bir kısmı içten, çoğu ise kibirli ve kışkırtıcıydı. Bazen Nietzsche'nin size bağırdığını hissedersiniz, bazen de kulağınıza fısıldadığını. Sıklıkla, okuyucularının onunla işbirliği yapmasını ister, sanki sen ve ben işlerin nasıl yürüdüğünü biliyoruz ama bu aptallar yanılsamalardan mustarip der gibidir. Sürekli geri döndüğü bir tema ahlakın geleceğidir.
Eğer Tanrı ölürse, sonra ne olur? Nietzsche'nin kendine bu soruyu sorar. Cevabı ise, bizi ahlak için bir temelden yoksun bıraktığıdır. Doğru ya da yanlışa, iyi ya da kötüye dair düşüncelerimiz bir Tanrının olduğu dünyada anlam kazanır. Tanrının olmadığı bir dünyada anlamsızdırlar. Tanrıyı ortadan kaldırırsanız, o zaman nasıl yaşamamız, neye değer vermemiz gerektiğine dair açık ilkelerin var olma olasılığını da ortadan kaldırmış olursunuz. Bu sert bir mesajdır ve çağdaşlarının çoğu bunu duymak bile istemez. Nietzsche kendisini bir "ahlak karşıtı" olarak tanımlar; kasten kötü şeyler yapan biri değil, ahlakın ötesine geçmemiz gerektiğine inanan biridir: Kitaplarından birinin başlığı gibi, "iyinin ve kötünün ötesinde" olmalıyız.
Nietzsche için Tanrının ölümü, insanlık için yeni olanakların kapısını aralamaktadır. Bunlar, hem korkutucu hem de heyecan vericidir. Olumsuz tarafı, insanların nasıl yaşamak ya da nasıl olmak zorunda oldukları hakkında güvenlik ağının veya kuralların bulunmamasıydı. Dinin ahlaki eylemlere anlam verip onları sınırladığı yerde, Tanrının yokluğu her şeyi mümkün kılıyor ve bütün sınırları ortadan kaldırıyordu. Olumlu tarafı ise, en azından Nietzsche'nin bakış açısından, artık bireylerin kendi değerlerini kendileri için yaratabilmeleriydi. Kendi yaşam tarzlarını geliştirerek yaşamlarını sanat eserlerine dönüştürebilirlerdi.
Nietzsche, bir kez Tanrının olmadığını kabul ettiğinizde, Hıristiyanlığın doğru ya da yanlış görüşüne sarılamayacağınızı görmüştür. Bu kendi kendini aldatmak olacaktır. Kültürünün miras aldığı, merhamet, iyilik ve diğer insanların çıkarlarını düşünmek gibi değerlere bütünüyle meydan okunabilirdi. Nietzsche'nin bunu yapma şekli, bu değerlerin kökenleri hakkında tahminde bulunmak olmuştur.
Nietzsche'ye göre zayıf ve muhtaç birine göz kulak olmak gibi Hıristiyan erdemlerinin, şaşırtıcı kökenleri vardı. Merhamet ve iyiliğin kesinlikle iyi olduğunu düşünebilirsiniz. Muhtemelen iyiliği överek ve bencilliği hor görerek büyüdünüz. Nietzsche, sahip olduğumuz düşünme ve hissetme örüntülerinin bir tarihi olduğunu öne sürer. Sahip olduğumuz kavramlara nasıl sahip olduğumuzun tarihini ya da "soykütüğü"nü bir kez bildiğimizde, onların tüm zamanlar için sabit ve nasıl davranmamız gerektiği hakkında bir şekilde nesnel olgular olduğunu düşünmek güç olur.
Ahlakın Soykütüğü kitabında Nietzsche, eski Yunanlarda, çok güçlü aristokrat kahramanların hayatlarını iyilik, cömertlik ve yanlış bir şey yapmaktan duyulan suçluluk duygusu yerine şeref, utanç ve savaşta kahramanlık etrafında şekillendirdiği durumu tasvir ediyordu. Bu hayat, Yunan şair Homeros'un Odysseia ve İlyada'da tasvir ettiği dünyadır. Bu kahramanlar dünyasında güçsüz olanlar yani köleler ve zayıflar, güçlüleri kıskanırdı. Köleler, kıskançlık ve hınçlarını güçlülere yöneltirdi. Bu olumsuz hislerden yeni bir değerler kümesi yaratmışlardı. Aristokratların kahramanlık değerlerini tersine çevirdiler. Köleler aristokratlar gibi gücü ve kudreti kutlamak yerine, cömertliği ve zayıfa yönelik kaygıyı erdeme dönüştürdü. Nietzsche'nin deyimiyle bu köle ahlakı güçlünün eylemlerini kötü, kendisi gibi olanların hislerini iyi görür.
İyilik ahlakının kökenlerinin kıskançlık hissinde bulunduğu düşüncesi meydan okuyucuydu. Nietzsche, zayıflara yönelik Hıristiyan merhamet ahlakı yerine, aristokratların değerlerini, güçlü savaşçı kahramanların kutlanmasını üstün tutuyordu. Hıristiyanlık ve ondan türeyen ahlak, her bireye eşit değere sahipmiş gibi davranır, Nietzsche ise bunun ciddi bir hata olduğunu düşünür. Beethoven ve Shakespeare gibi sanatçı kahramanları, sürüden çok daha üstündü. Görünüşe göre mesajı, en başında kıskançlıktan doğan Hıristiyanlık değerlerinin, insanlığı kösteklediğidir. Belki de ödenmesi gereken bedel, zayıfların ayaklar altında ezilmesiydi ama bu, güçlünün önünde açılan zafer ve başarı uğruna ödemeye değer bir bedeldi.
Böyle Dedi Zerdüşt (1883-1992) kitabında Nietzsche, Übermensch ya da "Üst-İnsan" hakkında yazmıştır. Kitapta geleneksel ahlaki kuralların kendini engellemesine izin vermeyen, onların ötesine geçip yeni değerler yaratan, gelecekteki hayali bir kişiden söz ediyordu. Belki de Charles Darwin'in evrim teorisinden etkilenerek, Übermenschi insanlığın gelişimindeki bir sonraki adım olarak görmüştür. Bu bir parça endişe vericidir, çünkü kendilerini kahraman olarak görenleri destekliyor ve başka insanların çıkarlarını düşünmeden onların akıllarına eseni yapmalarını istiyor görünür. Daha da kötüsü, bu, Nazilerin Nietzsche'nin eserlerinden aldıkları ve üstün ırk hakkındaki çarpık görüşlerini desteklemek için kullandıkları bir fikirdi, ancak birçok araştırmacı Nazilerin Nietzsche'nin gerçekte yazdığı şeyi çarpıttığını iddia eder.
Ne yazık ki akıl sağlığını kaybettikten sonra ve ölümünün ardından otuz beş yıl boyunca Nietzsche'nin eserlerinin kontrolü kız kardeşi Elizabeth'te kaldı. Kız kardeşi, Yahudi düşmanı bir Alman milliyetçisiydi. Ağabeyinin defterlerini gözden geçirirken onayladığı satırları seçiyor, Almanya'yı eleştiren ya da kendi ırkçı fikirlerini desteklemeyen her şeyi dışarıda bırakıyordu. Kudret İradesi/Güç İstenci adıyla yayımlanan, Nietzsche'nin düşüncelerinin bu kopyala-yapıştır versiyonu, onun yazılarını Nazilerin propaganda malzemesi haline getirdi ve Nietzsche, Üçüncü Reich'ta onaylanan bir yazar oldu. Eğer daha uzun yaşamış olsaydı, bununla bir ilgisinin olma ihtimali son derece düşük olurdu. Bununla birlikte, eserlerindeki pek çok satırda, güçlünün zayıfı yok etme hakkını savunduğu da inkâr edilemez. Kuzuların yırtıcı kuşlardan nefret ettiğini söylemesi şaşırtıcı değildir. Fakat bu, yırtıcı kuşların kuzuları kapıp kaçırıp yemesini hor görmemiz gerektiği anlamına gelmez.
Aklı kutsayan Immanuel Kant'ın aksine, Nietzsche her zaman, insani değerleri şekillendirmede duyguların ve irrasyonel güçlerin oynadığı rolü vurguladı. Görüşlerinin bilinçdışı arzuların doğasını ve gücünü inceleyen Sigmund Freud'u etkilediğine kuşku yoktur.
*Felsefenin Kısa Tarihi, Alfa Basın Y. D., Çev: Güçlü Ateşoğlu