"Biz bahçemizi ekelim hele."
Candide basit ve doğru sözlü bir delikanlıdır, Westfalyalı büyük Thunder-Ten-Trockh baronunun oğludur ve ünlü bilgin Pangloss’un öğrencisidir.
“Pangloss metafizikoteolojikokomonigoloji profesörüydü… “Her şeyin sonunun ille de iyiye çıkacağı doğrulanabilir” derdi. Burun, gözlük takılmak için yaratılmıştır… bacakların çorap giymek üzere yapılmış olduğu besbelli, taşlar şatolar kurmak içindir… Bütün yıl boyunca domuz yiyebilelim diye domuz yaratılmıştır. Dolayısıyle her iyi olduğunu söyleyenler saçmalamışlar, daha iyisi olamaz demeleri gerekirdi.”
Pangloss öğüt vermekteyken, şato Bulgar ordusunun saldırısına uğrar. Candide de yakalanır ve asker olur.
“Sağa sola, dönüp duruyor, silâhını çekip yerine takıyor, ateş ediyor, yürüyordu… Güzel bir ilkbahar günü gezintiye çıkmaya karar verdi. Dimdik yürüyor, bacaklardan dilendiği gibi yararlanmanın, hem insan, hem de hayvan türünün bir ayrıcalığı olduğuna inanıyordu. İki fersahlık yol almıştı ki, bir doksan boyunda dört kahramanın saldırısına uğradı; adamlar onu bağlayıp, zindana attılar. Alay huzurunda 36 kırbaç mı, yoksa oracıkta beynine iki kurşun mu, diye sordular ona. İnsan isteminin özgür olduğunu, iki şıkkı da istemediğini söyledi boş boş. İlle de seçmesi gerektiğini belirttiler; Tanrının armağanı olan o özgürlük adına, 36 kere kırbaç yemeye boyun eğdi. Buna iki kez katlandı.”

Engizisyondan kaçan Candide, Paraguay’a gider. “Orada her şey Cezvit rahiplerinindir, halkın hiçbir şeyi yoktur; burası akıl ve âdillik şâheseridir.” Bir Hollanda sömürgesinde tek elli, tek bacaklı, üstü başı paramparça bir zenciyle karşılaşır. “Şeker kamışlarında çalıştığımız zaman” diye açıklar köle, “değirmen parmak koparır, el keser; kaçmaya kalkıştığımızda da bacak keserler… Avrupa’da yediğiniz şekerin bedeli budur.” Candide ülkenin gelişmemiş iç bölgelerinde bol altın bulur; kıyıya döner, Fransa’ya gitmek için gemi kiralar, ama kaptan, altını alarak kaçıp gidince, Candide de kıyıda felsefesiyle baş başa kalır. Elindeki biraz altınla Bordeaux’ya giden bir gemiye biner, güvertede Martin adında yaşlı bir bilgeyle konuşmaya başlar.
“Candide şöyle dedi: “İnsanların bugünkü gibi eskiden de birbirlerini kırıp geçirdiklerinde, hep yalancı, düzenbaz, hâin, nankör, haydut, budala, hırsız, alçak, açgözlü, ayyaş, varyemez, kıskanç, haris gözünü kan bürümüş, iftiracı, sefih, bağnaz, ikiyüzlü, aptal olduklarına, inanıyor musun?” Karşılık olarak da Martin:
“Şahinlerin her bulduğunda güvercin yediğine inanıyor musun?” diye sordu.
“Elbette,” dedi Candide.
“O hâlde, şahinlerin huyu değişmediğine göre, insanlarınki neden değişmiş olsun?” diye karşılık verir Martin.
“Ama” der Candide, “arada büyük ayrılıklar var, çünkü özgür istem…” Böylece tartışarak Bordeaux’ya vardılar.”
Ortaçağ dinbiliminin çetin yanlarıyla, Leibnitz’çi iyimserlik üstüne eğlenceli bir yorum olan serüvenlerinin geri kalan bölümü boyunca Candide’i izleyemeyeğiz. Sayısız insanlardan türlü kötülükler gördükten sonra, Candide, Türkiye’de bir bahçıvan olarak yerleşir; hikâye de, öğretmeniyle öğrenci arasında geçen şu konuşmayla sona erer:
“Pangloss bir ara Candide’e şöyle dedi: “Bu var olabilecek dünyaların en iyisinde bir olaylar zinciri var; görkemli bir kaleden kovulmamış olaydın, engizisyondan geçmeseydin, Amerika’yı dolaşmasaydın, bütün altınını yitirmeseydin, şimdi burada oturmuş limonla şamfıstığı yiyemezdin.”Will Durant, "Felsefenin Öyküsü", Çev. Ender Gürol, İz Y.
“Hepsi güzel ya,” diye cevap verdi Candide.
“Biz bahçemizi ekelim hele.”