Voltaire: Candide ya da İyimserlik.

"Biz bahçemizi ekelim hele."



Kötümserlik bu derece alaylı bir havada tartışılmamıştı hiç. Bu dünyanın bir acı dünyası olduğunu öğrenirken, hiç kimse gülmemişti böylesine. Bu denli basit ve gizli sanatla pek az hikâye yazılmıştır; masal ve konuşma havası içinde, tasvirlerle şişirilmemiş, eylem hızla gelişmektedir. “Kalem, Voltaire’in parmakları arasında koşuyor ve gülüyor,” diye yazıyordu Anatole France. Bütün edebiyat tarihinde, belki de bundan güzel kısa hikâye yoktur.

Candide basit ve doğru sözlü bir delikanlıdır, Westfalyalı büyük Thunder-Ten-Trockh baronunun oğludur ve ünlü bilgin Pangloss’un öğrencisidir.

“Pangloss metafizikoteolojikokomonigoloji profesörüydü… “Her şeyin sonunun ille de iyiye çıkacağı doğrulanabilir” derdi. Burun, gözlük takılmak için yaratılmıştır… bacakların çorap giymek üzere yapılmış olduğu besbelli, taşlar şatolar kurmak içindir… Bütün yıl boyunca domuz yiyebilelim diye domuz yaratılmıştır. Dolayısıyle her iyi olduğunu söyleyenler saçmalamışlar, daha iyisi olamaz demeleri gerekirdi.”

Pangloss öğüt vermekteyken, şato Bulgar ordusunun saldırısına uğrar. Candide de yakalanır ve asker olur.

“Sağa sola, dönüp duruyor, silâhını çekip yerine takıyor, ateş ediyor, yürüyordu… Güzel bir ilkbahar günü gezintiye çıkmaya karar verdi. Dimdik yürüyor, bacaklardan dilendiği gibi yararlanmanın, hem insan, hem de hayvan türünün bir ayrıcalığı olduğuna inanıyordu. İki fersahlık yol almıştı ki, bir doksan boyunda dört kahramanın saldırısına uğradı; adamlar onu bağlayıp, zindana attılar. Alay huzurunda 36 kırbaç mı, yoksa oracıkta beynine iki kurşun mu, diye sordular ona. İnsan isteminin özgür olduğunu, iki şıkkı da istemediğini söyledi boş boş. İlle de seçmesi gerektiğini belirttiler; Tanrının armağanı olan o özgürlük adına, 36 kere kırbaç yemeye boyun eğdi. Buna iki kez katlandı.”

Candide kaçar, Lizbon’a doğru yola çıkar, gemide Profesör Pangloss ile karşılaşır. Profesör Pangloss, Baron ile Barones’in öldürülmüş ve şatonun yıkılmış olduğunu bildirir ona. “Bütün bunlar gerekti” der sonunda da, “çünkü özel kişilerin başlarına gelen belâlar, kamunun iyiliğini sağlar; böylece bu cins belâlar, ne kadar çok olursa, kamunun iyiliği de o kadar artar.” Lizbon’a vardıklarında, depremle karşılaşırlar. Deprem sona erdikten sonra, birbirlerine başlarından geçenleri ve çektiklerini anlatırlar; bunun üzerine, yaşlı bir hizmetçi, onların başlarına gelenlerin kendisininki yanında hiç olduğunu söyler. “Yüz kere intihar uçurumuna geldim, ama hayatı seviyordum. Bu gülünç zaaf, geleceğimiz üzerinde en etkili olan özelliklerimizden biridir belki de; çünkü sırtımızdan her an atabilecek durumdayken, bu yükü sürekli olarak taşımaktan daha saçma şey olabilir mi?” başka bir kişi de şöyle konuşmaktadır: “Her şey göz önüne getirilecek olursa, bir gondolcunun hayatı, Venedik Cumhuriyeti başkanınkine tercih edilir; ancak ayrılık o kadar önemsiz ki, incelemeye bile değmez.”

Engizisyondan kaçan Candide, Paraguay’a gider. “Orada her şey Cezvit rahiplerinindir, halkın hiçbir şeyi yoktur; burası akıl ve âdillik şâheseridir.” Bir Hollanda sömürgesinde tek elli, tek bacaklı, üstü başı paramparça bir zenciyle karşılaşır. “Şeker kamışlarında çalıştığımız zaman” diye açıklar köle, “değirmen parmak koparır, el keser; kaçmaya kalkıştığımızda da bacak keserler… Avrupa’da yediğiniz şekerin bedeli budur.” Candide ülkenin gelişmemiş iç bölgelerinde bol altın bulur; kıyıya döner, Fransa’ya gitmek için gemi kiralar, ama kaptan, altını alarak kaçıp gidince, Candide de kıyıda felsefesiyle baş başa kalır. Elindeki biraz altınla Bordeaux’ya giden bir gemiye biner, güvertede Martin adında yaşlı bir bilgeyle konuşmaya başlar.

“Candide şöyle dedi: “İnsanların bugünkü gibi eskiden de birbirlerini kırıp geçirdiklerinde, hep yalancı, düzenbaz, hâin, nankör, haydut, budala, hırsız, alçak, açgözlü, ayyaş, varyemez, kıskanç, haris gözünü kan bürümüş, iftiracı, sefih, bağnaz, ikiyüzlü, aptal olduklarına, inanıyor musun?” Karşılık olarak da Martin:
“Şahinlerin her bulduğunda güvercin yediğine inanıyor musun?” diye sordu.
“Elbette,” dedi Candide.
“O hâlde, şahinlerin huyu değişmediğine göre, insanlarınki neden değişmiş olsun?” diye karşılık verir Martin.
“Ama” der Candide, “arada büyük ayrılıklar var, çünkü özgür istem…” Böylece tartışarak Bordeaux’ya vardılar.”

Ortaçağ dinbiliminin çetin yanlarıyla, Leibnitz’çi iyimserlik üstüne eğlenceli bir yorum olan serüvenlerinin geri kalan bölümü boyunca Candide’i izleyemeyeğiz. Sayısız insanlardan türlü kötülükler gördükten sonra, Candide, Türkiye’de bir bahçıvan olarak yerleşir; hikâye de, öğretmeniyle öğrenci arasında geçen şu konuşmayla sona erer:
“Pangloss bir ara Candide’e şöyle dedi: “Bu var olabilecek dünyaların en iyisinde bir olaylar zinciri var; görkemli bir kaleden kovulmamış olaydın, engizisyondan geçmeseydin, Amerika’yı dolaşmasaydın, bütün altınını yitirmeseydin, şimdi burada oturmuş limonla şamfıstığı yiyemezdin.”
“Hepsi güzel ya,” diye cevap verdi Candide.
“Biz bahçemizi ekelim hele.”
Will Durant, "Felsefenin Öyküsü",  Çev. Ender Gürol, İz Y.

Please Select Embedded Mode To Show The Comment System.*

Daha yeni Daha eski