İnsanlara düşen görev iyiliğin parçalarını maddi dünyadan ayırmasını bilmekti. Mani'nin açıkladığı gizli bilgi (ya da gnosis), bu iyiliğin nasıl serbest bırakılacağını öğretiyordu. Mani'yi dinlemeyi ve böylece iyiliğin nasıl serbest bırakılacağını öğrenmeyi seçenler kurtuluşa ereceklerdi. Kendilerinin seçil miş olduğunu düşünenler, günaha girmekten uzak durarak sıkı bir perhiz uygular ve çilekeş bir yaşam sürerler. Mani, takipçileri tarafından Mesih ola rak görülüyordu ancak birçok muhalifi tarafından çok az saygı görüyordu. Manicilik, stratejik olarak içine dahil olduğu kültürdeki belli başlı unsurla rı (örneğin lran'da Zerdüştlüğün bir biçimini) benimsese de üç farklı dinsel ortodoksluk -Zerdüşt, Yahudi ve Hıristiyan ortodoksluk- tarafından sapkın lık olarak damgalanarak kuşkulu bir ayrımcılığa tabi tutuldu.
Augustinus, Maniciliği insani kötülüğün bir açıklaması olarak çekici bul muştu. Bu açıklamaya göre kötü tanrısallığın insan ruhuna nüfuz etmesi ve orada hakim duruma gelmesi yüzünden bu dünyada kötülük vardı. Kişinin bu kaderden kurtulmasının tek yolu, çileci uygulamaları benimsemesi ve kendisini iyi davranışa adamasıydı. Ancak Augustinus çok geçmeden Manicilikle ilgili olarak hayal kırıklığına uğradı. Kendisine yönelttiği dinsel sorular karşısında Manici piskoposun sergilediği basit bilgelikten hiç etkilenmemişti. Genç bir adam olarak Augustinus büyük bir entelektüel birikime sa hipti ve karşısında derin bir zeka istiyordu. Zaten pek bilinmeyen bir doktrin konusunda kendisine verilen kaçamak yanıtlardan hiç tatmin olmamıştı.
Birkaç yıl boyunca Augustinus tüm yaşamını eğitime adadı ve Yeniplatonculuk üzerine araştırmalar yapan Platon ve Plotinus'un eserleri üzerinde özellikle durdu. Otuz beş yaşında Hıristiyan olduktan sonra kendisini bütü nüyle Hıristiyan doktrini Platoncu ve Neoplatoncu felsefe ile bütünleştirme görevine adadı.. Augustinus, Plotinus'tan asıl hakikat tinseldir ve bütün Varlıklar Tanrı'dan çıkmıştır görüşünü aldı. Plotinus'un Hıristiyan Üçleme doktrinine göre türüm düzeylerini dile getirmesini iyice okudu. Platon'dan düşünsel yaşamın bilgi ve mutluluğun tek yolu olduğu görüşünü aldı ancak Platon'u pagan çerçevede ele almayı reddederek onu kendi anlayışına göre yorumladı. Hırtstiyanlıktan ise iyi bir yaşamın doğru. yolunUn Kutsal Kitap olduğu görüşünü aldı.
Augustinus'un (yalnızca Hıristiyan felsefesine değil) Batı felsefesine de yaptığı belki de en büyük katkı, kişinin şahsi, kişisel iç yaşamına yaptığı vur gudur. Descartes'a atfedilen ünlü "Düşünüyorum, o halde varım" sözü, as lında ondan on iki yüzyıl önce Augustinus'da vardı. Augustinus, herhan gi bir filozoftan çok daha fazla "içsel" ya da "öznel" zaman deneyimiyle ilgili ayrıntıları ele almış ve anlatmıştır. (Ruh ebedi olabilir ancak zaman içinde korunabilir ya da yitirilebilir.) İtiraflar, Batı yazınında kendiliğin en samimi ve en cesur soruşturmalarından birisi olarak öne çıkar. Eserde insan aklına yönelik etraflı bir ilgi var ancak asıl ilgi ruhun tutkularına yöneliktir. Bu tut kular arasında her şeyden önce sevgi ve inanç yer alsa da aynı zamanda her kesin içinde bulunabilecek (şehvet, gurur ve kötü "merak" gibi) dürtüler, itkiler ve kötülükler de vardı.
Augustinus, dinin merkezi bir konusu olarak Tanrı ile insan ruhu arasın daki ilişkiyi ele almıştı. Ruh "Tanrı'nın yansıması"nda yaratıldığı için kişi nin kendini bilmesi Tanrı'yı bilmesi anlamına geliyordu. Böylece (yüzyıl lar önce benzer bir dönüşümün Budacılıkta olduğunu bilsek de) Augustinus'la birlikte felsefedeki en dramatik dönüşümlerden birisine, "içe" yönel meye tanık oluyoruz. Dünya ve özellikle Tanrı hakkındaki bilgi artık yalnız ca bir gözlem ve akıl konusu değil, aynı zamanda bir duygu meselesi haline gelmiştir. İlk Yunan filozofları arada sırada duygular üzerine konuşuyorlardı ancak bunları hiçbir zaman için "içsel deneyimler" olarak ele almıyorlardı. Yahudiler ve ilk Hıristiyanların birçoğu, inancı (içselliğe yönelik önemli bir adım olarak) bir tutum saymış olsalar da bizim "zengin bir içsel yaşam" dediğimiz şeyi hiçbir zaman için düşünmemişlerdi. Sokrates ruhtan söz etmişti ama onu düşünürken derin bir deneyim olarak değil, yalnızca erdemin bir kaynağı olarak ele almıştı.
Augustinus'un ltiraflar'ıyla birlikte tinin kişisel ya da içsel yaşamı Batı düşüncesinin temel bir konusu haline gelmeye başladı. Augustinus, insan varo luşunun amacı ya da hedefinin derin bir saygı ve huşu içinde Tanrı üzerin de düşünmek olduğunu anlatıyordu. Bizi mutlu edecek olanın yalnızca bu olduğunda ısrar ediyordu. Daha sonra onun içsel yaşamla ilgili bu anlayışın dan yeni bir güçlü Hıristiyanlık anlayış, gelişecektir. Reform tinin içsel ya şamı üzerine yapılan bu vurguyu daha da ileriye taşımış, modem felsefe ise özellikle Descartes ve onu izleyen filozoflar tarafından en üst noktaya ulaştı rılacak bir biçimde öznellik ve deneyime vurgu yapmıştır. Nitekim bilginin deneyimsel ya da "içsel" temeli, modern filozoflar kuşağı için ortak olarak paylaşılan bir öncül durumuna gelmiş durumda. Augustinus'tan beş yüzyıl sonra kendilerine "Romantik" adını veren Alman filozoflar böylesi içsel deneyimleri "Mutlak" düzeyine çıkardılar.Augustinus'un insan bilgisi anlayışında Tanrı, yalnızca Yaratıcı değil, aynı zamanda evrendeki aktif fail durumundadır. Tanrı, ilahi zihnin düşünce lerini paylaşarak insan ruhunu aydınlatır. Augustinus, Platon'un Yeniplatoncu yorumunu benimser. Formlar (tlahi Zihnin düşünceleri) Tanrı aracı lığıyla insanları bilgiye ulaştırır. Böylece "katılım", Platon'dakine göre daha doğrudan bir açıklama halini alır. Tanrı'nın aydınlatması, Platon tarafından tasvir edilen tinsel (maddi olmayan) Formları ruh için doğrudan doğruya kavranabilir bir hale sokar. Augustinus, Tanrı hem akıl yeteneğinin hem de onun aracılığıyla hakikati bilmenin kaynağı olduğu için insan aklına güve nebileceğimizi öne sürüyor. Antik Yunanlarda Kutsal Kitap'ın sağladığı daha öte hakikat erişim olmasa bile Augustinus, onların görüşlerini aklın gerçek ürünleri olarak yorumluyordu.Augustinus'a göre Kutsal Kitap aracılığıyla vahiyin gelmesi ilahi planı ve onun içindeki yerimizi tam olarak anlamak için gereklidir. Yine de doğal dünya hakkındaki deneyimlerimiz, dinsel gerçek konusunda bize ışık tutabiliyordu. Augustinus, Tanrı'nın varlığının kabul edilmesi için bazı doğal ne denler formüle etmişti. Sistemli bir tasarımın ve yaratılışın güzelliği, (kusur suz bir yaratıcıyı akla getiren) yaratılan şeylerin kusursuzluğu ve (bir ilk başlatıcının olması gerektiğini ortaya koyan) yaratılmış şeylerin hareketine dik kat çekiyordu. Ne var ki, akılcı argümanlardan daha ikna edici olan, Augustinus'un kendisinde tespit ettiği, ancak Tanrı'nın Biricikliğiyle tatmin olabilen kutsallığa yönelik açlık, doymak bilmez arzuydu. Aklın yanı sıra bu türden bir duygusal deneyim yoluyla ulaştığımız gerçeğin kısmi olduğunu kabul edebiliriz. Ancak kendi sınırlarımızla ilgili bu anlayıştan daimi, ebedi gerçek olan Tanrı'yla ilgili bir anlayış edinebiliriz.
Augustinus, felsefenin akıl yürütme tekniklerini gerektiren bir faaliyet ve aynı zamanda yaşam hakkındaki nihai gerçekler ile bilgeliğe yönelik bir yaklaşım olduğunu düşünüyordu. Felsefeye ilişkin bu ikili anlayışıyla birlik te Augustinus, mantığın soyut konularına ve Hıristiyan doktrinin kaçınılmaz olarak ürettiği bazı paradoksların çözümüne kendisini yoğun bir biçim de adamıştı. Yine de bu türden çabaların kendi gerçek araştırmasını, inançlı bir yaşamın ideal uygulamasının neliğini keşfetmeyi, bunu ortaya koymayı ve savunmayı tam olarak sağlayamayacağını düşünüyordu. Fakat bu paradoksların en azından birisi, ne akademik ne de yalnızca mantıksaldı. Bir kez daha karşımızda olan kötülük problemiydi.
Augustinus, her şeyden önce Tanrı'nın kötülüğün varlığının nedeni olma dığını göstermeye çalışıyordu. Kötülüğün yalnızca iyiliğin yokluğu olduğunu bildiren Plotinus'un doktrinini kabul ediyor, böylece Tanrı'nın kötülüğün nedeni olmadığını öne sürüyordu . Kötülük, yaratılan bir şey değil ancak başka bir şeyin eksikliğiydi. Kötülük, düzen yokluğundan ortaya çıkan dü zensizliğe benziyordu ama kendisi var olan bir bütünlük değildi. Bir oda dü zensiz olabilir ancak bunun nedeni "düzensizliğin" odaya girmesi değildir. "Düzensizlik", yalnızca düzenin bozulmasını dile getiren bir terimdir. Ben zer bir biçimde kötülük de Tanrı'nın yaratuğı düzenin bozulması olup Tanrı'nın kendisinin yaratuğı bir şey değildir.
Tanrı dünyayı yaratırken insanları ve diğer bütün yaratıkları kusursuz bir biçimde yaratarak onlara kendi doğal hedeflerine ve (insan örneğinde ise) doğaüstü hedeflere uygun bir yaşam sürecekleri yapılar bahşetti. Augusti nus'a göre kendi Yunan felsefi öncelleri insanların doğal amaçlarım olduk ça uygun bir biçimde tasvir etmişlerdi ancak insanların doğaüstü kaderleri hakkında yanılmış ya da belirsiz kalmışlardı. Bu filozoflar, Tanrı'nın insanları kendi doğaüstü amaçlarına -Tanrı ile mistik bir kutsallıkla birleşmeye yönelmiş bir yapıda oluşturduğunu kavramamışlardı.
Augustinus, acılara neden olan doğal felaketler başka şeyleri akla getirse ler de Tanrı'nın yaratma eylemindeki planlarının nihai amacını bizim basit çe kavrayamayacağımız konusunda ısrarlıydı. Eğer bu planı anlayabilseydik, o zaman Tanrı'nın Yaratılış'ta ortaya koyduklarının bütünüyle iyi olduğunu anlayabilirdik. Ancak evrenle ilgili ilahi planın zorunlu bir parçası, Tanrı'nın insanlarla kendi doğasını samimi bir biçimde paylaşması, onlara özgür ira denin büyük mutluluğunu bahşetmesidir. Tanrı'nın planını şaşmadan sür düren Yaratılış'ın diğer görünümlerinden farklı olarak insanlara, kendi eylemlerine karar verme olanağı sağlanmıştır. Tanrı'nın yaratılış eylemindeki kusursuzluğunun zirve noktası, Tanrı'nın insanları kendisine inanma ve in sanların kendi planını gerçekleştirmede ona katılmalan konusunda serbest bırakmasıdır. Dolayısıyla insanlar serbest seçim olanağına sahip oldukları için onların günaha girmelerinin nedeninin Tanrı olduğu söylenemez. Günah olasılığı, özgür iradenin zorunlu bir özelliğidir. Bu bakımdan Tanrı, insanların neden olduğu kötülüğe izin verir ama kendisi bu kötülüğün nedeni değildir.
Genesis, insanın istikrarlı bir biçimde iyiliği seçemeyişini anlatır. Adem ile Havva'mn ilk günahı insanlığın varoluşun daha alt bir düzeyine düşmesine neden olur. Bu düşük düzeyin Adem ile Havva'nın torunlarına miras kalan bir boyutu, özellikle bedensel olarak "çürüme"ye ve günaha girmeye yatkın lıktır. Bu ise insanın dünyada kötülüğe neden olma eğilimini daha da güç lendirmiştir. Yine de Augustinus, "ruhu sıkıntıya sokan bedensel yozlaşma ilk günahın nedeni değil, yalnızca bir sonucudur... Bedeni yozlaştıran gü nahkar ruhtur" görüşlerinde ısrarlıdır. Günaha girme, insan günahının ilk nedeni değil, sonucudur.
Augustinus, Tanrı'nın olacakları önceden bilmesinin onu günahın so rumlusu yaptığı iddiasına karşı çıkar. Örneğin şöyle bir iddiada bulunulabilir: Tanrı'nın gücü her şeye yetiyorsa ve insanın günahlarını da önceden bilebiliyorsa bu, onları önleyebilecek durumda olduğu için Tanrı'nın bunlar dan sorumlu olduğu anlamına gelir. Öte yandan eğer Tanrı günahların olacağını önceden göremiyorsa, o zaman her şeyi bilen olamaz ama bu durum da da Hıristiyan anlayışına göre Tanrı olamaz. Dolayısıyla Augustinus, Tanrı'nın insanın günahlarım önceden görebildiği sonucuna varır. Tanrı zaman la sınırlı olmadığına göre, zamansız bir bakışla zaman içindeki her şeyi bi lebilir. Dolayısıyla insanların yaptıkları ya da yapacak oldukları (ve şu an da yapmakta oldukları) bütün yanlış seçimleri öngörebilir. Ancak bu özgür seçimlerle ilgili Tanrı'nın bilgisi, onun bu seçimleri yönlendirdiği anlamına gelmez. Tanrı insanlık tarihinin bütün hikayesini bilir ama bu tarihin mey dana gelmesini sağlayan bir kuklacı değildir.
İnsanları günaha yöneltmekten uzak olan Tanrı, düşmüş bir konuma gelmiş olmalarına rağmen insanlara günahın üstesinden gelme yeteneğini vermiştir. Bu durumda insanlar, kendi doğalarının onları Tanrı'ya yönelteceğine bel bağlamamalıdır. Tanrı kendisini kabul edenlere lütuf eder ve bu lütuf ilahi kılavuzdur. Augustinus herkesin bu lütufu kabul edeceğini düşünmüyordu. Bazıları kabul edecek, bazıları etmeyecekti. Dolayısıyla Augustinus, birçok insanın bu lütuf ve onunla birlikte gelen kurtuluşu elde edemeyeceği sonucuna varmıştır. Bu görüş daha sonra Kalvinci doktrin tarafından keskinleştirilerek bazı insanların kurtuluşa ve bazılarının da ne yaptıkları ve neye inandıklarından bağımsız olarak lanetlenmeye önceden yazgılı oldukları bi çiminde formüle edilecektir.
Augustinus, aynı zamanda inananları kendi doğaüstü kaderlerine götüre cek yoldan saptırmaya yönelik ayartıcılardan onlan uzak tutan Tanrı lütfunun koruyucu gücüne de vurgu yapıyordu. İnsanın özgür iradesine vurgu yapmasına rağmen Augustinus, en büyük tehlike ve baştan çıkartıcının in sanın kendi kaderini belirlemekteki ısrarı olduğunu söylüyordu. Ona göre kurtuluşun tek yolu Tanrı'ya tutkulu ama edilgen bir biçimde itaat etmekti. Kötüyü seçen insandır ama bu kötülük genellikle cehalet ve kibirin bir sonu cudur. Kurtuluşu sağlamak için aktif bir çaba harcamayı teşvik eden çağdaş larının çoğuna karşıt olarak Augustinus, en uygun insan davranışının herke sin ulaşabileceği inanç olduğunda ısrarlıydı. Kötülük kaynağı olmaktan çok uzak olan Tanrı, insanlara kötülükle baş etmenin araçlarını da sağlıyordu.
-------------------
*FELSEFENİN KISA TARİHİ, ROBERT C. SOLOMON - KATHLEEN M. HIGGINS, İLETİŞİM YAYINLARI 2013, S. 166