Sanat, doğanın anlaşılmaz biçimde söylediği şeyi ifade eder*

Schopenhauer
Doğa böyle davranır. Peki, sanat ne yapar? Kimileri onun doğaya öykündüğünü düşünür. İyi de, kafasının içinde deney öncesi doğa kavramı yoksa, sanatçı doğanın içindeki başyapıtı, öykünmesi gereken modeli nasıl tanıyacak, onu, bir sürü kusurlu varlık arasından nasıl ayırt edecek? Öte yandan, doğa şimdiye kadar her şeyiyle kusursuz güzellikte bir insan yaratmış mıdır? -Bir başka görüşe göre, sanatçı, çok Sayıda birey arasında ayrık ve dağınık olarak duran güzelliklerin peşine düşmeli, sonra, elde ettiği bu malzemelerle güzel bir bütün oluşturmalı; buysa, saçma ve üzerinde kafa yorulmamış bir düşüncedir. Çünkü, bu durumda aynı soru bir kez daha karşımıza çıkar: Sanatçı, belirli biçimlerin kesinlikle güzel biçimler olduğunu, öteki biçimlerin güzel olmadığını nereden anlayacak? -Öte yandan, eski Alman ressamlarının doğaya öykünerek güzellik konusunda hangi noktaya ulaştıklarını biliyoruz. Bunu anlamak için, onların yaptığı çıplak figürleri incelemek yeterlidir. -Hayır; güzellik hakkında, yalnızca deneye dayanarak sonsal hiçbir bilgi edinemeyiz; bu bilgi bize, kısmen de olsa, her zaman önsel olarak gelir; akıl ilkesinin aynı biçimde önsel olarak bildiğimiz ifadelerinden çok başka türde olsa da bu böyledir. Söz konusu ifadeler, olay olarak düşünülen olayın genel biçimiyle -bu biçimin bilgi edinme olasılığının genel koşulunu oluşturması olarak- ilgilidir; olayı ele alan genel ve evrensel soru olan "nasıl" sorusuyla ilgilidir; saf matematiği ve saf doğa bilimlerini ortaya çıkaran bu tür bilgidir; tersine, güzelliğin gerçekleşmesini olanaklı kılan bu başka tür önsel bilgi, biçimle değil, olayların içeriğiyle ilgilidir; canlandırmanın 'nasıl'ıyla değil, yapısıyla ilgilidir. Gözümüzle gördüğümüzde hepimiz güzelliği ayırt edebiliriz; ama gerçek sanatçı onu öylesine açık seçik ayırt edebilir ki, o güzelliği bize hiç görmediği biçimde gösterir; onun yarattığı şey doğayı aşar; böyle bir şey ancak, biz o iradenin kendisi olduğumuz zaman olanaklıdır; bizim burada söz konusu bu iradeyi çözümlememiz ve buna uygun nesnelleştirmeyi, bu nesnelleştirmenin üst derecelerini ortaya koymamız gerekiyor. Bu bize, kendi yapıcı irademizle özdeş olan doğanın neyi gerçekleştirmek istediği hakkında gerçek bir önsezi sağlayabilir: deha olarak adlandırılmayı hak eden deha, bu önseziye benzersiz bir düşünce derinliği katar; özel şeylerdeki İdea'nın varlığım sezinler sezinlemez, gerisinin gelmesine gerek kalmadan doğayı anlayıverir; onun ağzında gevelediği şeyi hemen orada kesin biçimde ifade eder; doğanın bin bir girişimden sonra ulaşabildiği o biçim güzelliğini mermer üzerinde ölümsüzleştirir; onu doğanın karşısına koyar, ona şunu söyler gibidir: "İşte, senin ifade etmek istediğin şey." "Evet, benim ifade etmek istediğim şey, işte bu," diye yanıt verir, izleyicinin bilincinde çınlayan bir ses. -Yunan dehası, insana özgü biçimin ilksel biçimini işte böyle bulup kendine özgü heykel okuluna yasa olarak dayatmıştır; her birimiz ancak böyle bir önsezi sayesinde, doğanın eksik de olsa gerçek olarak yarattığı 'güzel'i tanıma yeteneğini kazanırız. Bu önsezi ideali oluşturur: İdea denen şeydir; en azından yarısı önsel olarak ortaya çıkan ve bu niteliğiyle doğanın sonsal verilerine eklenip onları bütünleyen İdea'dır; ve sanat alanına bu koşullarda geçer. Sanatçı ve izleyici, güzel olanı önsel olarak, biri önseziyle, öteki tanıyarak anlama yeteneğine sahipse bu, her ikisinin de doğal öz olarak, nesnelleşen irade olarak birbirine özdeş olmasından kaynaklanır. Gerçekten, Empedokles'in dediği gibi, özdeşlik ancak özdeş olan tarafından anlaşılır; doğayı ancak doğa anlar; doğanın derinliklerine ancak doğa inebilir; aklı da ancak akıl anlar.

*Schopenhauer

Please Select Embedded Mode To Show The Comment System.*

Daha yeni Daha eski